HAK ve BATIL

Mehmet Selim POLAT

  • Site Yonetimi

  • FOTOĞRAFLAR

  • Aylara Göre ARA

    Mayıs 2024
    P S Ç P C C P
     12345
    6789101112
    13141516171819
    20212223242526
    2728293031  
  • KİTAP ve SÜNNET

    • 6.675 Kere Aranmış
  • Terk Edilen İslâm

    İslam Dini Neden Terk Edildi?....
    Resmi Tıkla...

  • HAKKIMDA:

    Din,Vatan Devlet,Millet,Bayrak Bütünlüğü Huzur getirir.Dinin olmadığı devletler çöker,devletin olmadığı yerde çetelik ve zulüm olur.Milletin olmadığı yerde vatanda olmaz.Bayrak o milleti dünya literetöründe tanıtır,o halkı temsil eder.

  • En fazla oylananlar

Archive for the ‘İSLAM’ Category

İki sınıf müşrik

Posted by MEHMET SELİM POLAT 14 Temmuz 2012

Allah ve Resulünün müşriklikle nitelendirdiği kimseler iki sınıfa ayrılır:
Hz. Nûh’un kavmi ve Hz. İbrahim’in kavmi

    Hz. Nuh kavminin şirklerinin temeli, salihlerin kabirlerine bağlanmaları, sonra heykellerini yapmaları ve giderek onlara tapmalarıdır.

    Hz. İbrahim’in kavminin şirklerinin temeli ise yıldızlara, güneşe ve ay’a tapmalarıdır.

    Bunlardan her biri ayrıca cinlere tapıyorlardı. Çünkü şeytanlar onlarla konuşuyor ve bazı hususlarda onlara yardımcı oluyorlardı. Hakikatte cinlere taptıkları halde, kendilerinin meleklere tapan insanlar olduklarına inanırlardı. Aslında onlara yardımcı olan ve şirk koşmalarından hoşnut bulunan cinlerin kendileriydi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

    «O gün, onların hepsini mahşere toplar, sonra meleklere: ‘Bunlar size mi tapıyorlardı?’ der. (Melekler) derler ki: ‘Sen yücesin, bizim velimiz onlar değil, sensin’ . Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmıştı» (34 Sebe’ 40-41) .

    Melekler ne hayatta, ne de öldükten sonra şirk konusunda onlara hiçbir zaman yardım etmezler ve böyle bir durumdan hoşnut da olmazlar. Fakat bu konuda onlara şeytanlar yardım eder ve insan biçiminde görünürler. Onlar da gözleriyle şeytanları görürler. İnsan suretine girenler onlara: Ben İbrahim’im, ben Mesih’im, ben Muhammed’im, ben Hızır’ım, ben Ebû Bekir’im, ben Ömer’im, ben Osman’ım, ben Ali’yim, ben falan şeyhim, der. Onlar da bazen biribirlerine: Bu, falan peygamberdir, bu Hızır’dır, derler. Oysa onların hepsi cindir; birbirlerine şahidlik etmektedirler. Cinlerin de insanlar gibi kâfirleri, fâsıkları, âsîleri ve cahil âbidleri vardır. Onlardan kimi, bir şeyhi sever ve onun suretinde görünüp «ben falanım» der. Bu, çöl ve tenha bir yerde olabilir. O cin bir insana yemek yedirir, bir şey içirir veya ona gideceği yolu gösterir. Yahut meydana gelmiş kimi gaib haberleri söyler. O şahıs da, bu işi ölmüş veya diri olan şeyhin yaptığını sanır. Hattâ bazen şöyle bir kanaate da varır: «Bu, şeyhin sırrıdır. Şu onun hayâli, ve bu da hakikati». Ya da şöyle düşünür: «Bu şeyhin suretine bürünmüş bir melektir». Oysa o, bir cinden başkası değildir. Çünkü melekler şirke, iftiraya, günah ve haksızlığa yardımcı olmazlar.

    Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

    «De ki: ‘Allah’tan başka (kendilerinde bir şeyler var sandıklarınızı çağırın ,onlar ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de onu başka bir yana çevirebilirler. O yalvardıklarınızın (Allah’a) en yakın olanları bile Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar; O’nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Rabbinin azabı, cidden korkunçtur» (17 İsrâ 56-57).

    Seleften bir cemaat diyor ki: Meleklere ve Üzeyr, Mesih gibi peygamberlere dua eden cemaatler vardı. Yüce Allah bu âyetleriyle, melek ve peygamberlerin de kendisinin kulu olduklarını, bizzat kendilerinin de rahmetini umduklarını, azabından korktuklarını, diğer salih kullar gibi kendisine yaklaşma çabası içerisinde bulunduklarını haber vermektedir.

    Bu müşriklerden bazıları şöyle der: Biz, onlarla şefaat diliyoruz; yani melek ve peygamberlerden bize şefaat etmelerini istiyoruz. Onlardan birinin kabrine gittiğimiz zaman, bize şefaat etmesini istiyoruz. Onlardan birinin heykelini ya da – hıristiyanların kiliselerinde olduğu gibi – resimlerini çiziyorsak, bundan amacımız, onları ve tavırlarını bize hatırlatmalarıdır. Bu heykel (veya resimlere) hitap ederken, asıl maksadımız o kimin heykeli ise Allah’ın yanında bize şefaat etsin diye o kimseye hitap etmektir. Onlardan her biri, o heykellerin veya resimlerin karşısında durur ve: Ey falan efendim! Ey Cercis efendim! Ey Batrus Efendim! Ey kutsal Meryem Ana! Ey İbrahim Halil Efendim! Ey Musa b. İmrân Efendim! vs… Rabbin katında bana şefaat et, der.

    Bazen de mezarı başında ölüye hitap ederek: Rabbinden benim için şunu iste, der. Ya da hayatta olan birine hitap ederler ama o hitap ettikleri orada hazır bulunmadığı halde, oradaymış gibi davranırlar.Şayet hazır ise, kasideler söyler ve: Ey falan efendim! Sana sığındım, himayene girdim. Allah katında bana şefaat et. Allah’tan düşmana üstün gelmemizi iste. Allah’tan şu sıkıntımızı gidermesini dile. Halimi sana arzediyorum, sen de Allah’tan belâları benden uzaklaştırması dileğinde bulun. Ya da Allah’tan, beni bağışlamasını iste vs. derler.

    Onlardan kimileri de Nisa süresindeki:

    «Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah’tan, günahlarını bağışlamasını isteseler ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah’ı affedici, merhametli bulurlardı» (4 Nisa 64)âyetini te’vil ederek: Ölümünden sonra ondan mağfiret dileyecek olsa, mağfiret dileyen sahabe durumunda oluruz, derler. Böylece sahabe ve hakkıyla onlara tâbi olanlarla sair müslümanların icmaına muhalefet ediyorlar. Çünkü hiçbir sahabe, Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra, ondan şefaat dilememiş ve ondan herhangi bir istekte bulunmamıştır. Müslüman imamların hiçbirinin kitabında sahabenin, ölümünden sonra böyle bir istekte bulunduğuna dair bir kayıt yoktur. Zikreden varsa, o da müteahhir fukahadandır. Nitekim İmam Malik (r.a.) hakkında uydurma bir hikâye naklediyorlar ki, inşâallahu Teâlâ bu hikâyeyi ele alacak ve ondan etraflıca söz edeceğiz.

    Meleklere, ölümlerinden sonra mezarları başında veya gıyaplarında ya da heykellerinin önünde peygamberlere ve salih kimselere bu şekilde bir hitap, müşriklerde ve Allah’ın izin vermediği şirk ve ibadet şekilleri uyduran Kitab Ehlinde ve müslümanlar içindeki bid’atçılar arasında var olan şirk türlerinin en büyüğüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

    «Yoksa onların, kendilerine Allah’ın izin vermediği dini koyan ortaklan mı var?» (42 Sûra 21).

Posted in EĞİTİM, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

İFFETLİ OLMAK

Posted by MEHMET SELİM POLAT 26 Kasım 2011

İFFETLİ OLMAK

(BAKARA suresi 273. ayet)

(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.

(NİSA suresi 6. ayet)

Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetliolmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.

(NİSA suresi 25. ayet)

İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

(MÂİDE suresi 5. ayet)

Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardaniffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.

(MÜ’MİNÛN suresi 5. ayet)

Ve onlar ki, iffetlerini korurlar;

(NÛR suresi 31. ayet)

Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.

(NÛR suresi 33. ayet)

Evlenme imkânını bulamayanlar ise; Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik). görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

http://bp2.blogger.com/_DDLy9DHgS50/RlE6HSF-ZCI/AAAAAAAABaM/77Xm7OoI9oU/s1600-h/G%C3%83%E2%80%93Z+YA%C3%85%C5%BEI-dmoo3.gif

Her gecenin,sabahı var,inandım.
Günahkarım,geçte olsa uyandım.
Allahım senden budur muradım.
islamı hakim kıl,artık bunaldım.

İlahi Dinle:

mehmet selim polat

Posted in AİLE, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Hüküm Vermek

Posted by MEHMET SELİM POLAT 03 Haziran 2011

Hüküm Vermek

  1. …*Ey hakimler, her kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.

  2. …*Her kim de Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar hep zalimlerdir.

  3. …*Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar dinden çıkmış günahkarlardır.

إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

   (Maide Suresi,44.Ayet)

Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat’ı indirdik. Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah’ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.

وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأَنفَ بِالأَنفِ وَالأُذُنَ بِالأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ فَمَن تَصَدَّقَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

   (Maide Suresi,45.Ayet)

Biz, onda onların üzerine şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, dişe diş, yaralamada ödeşme. Kim de bu hakkını sadakasına sayarsa, o, günahlarının bağışlanmasına vesile olur. Her kim de Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar hep zalimlerdir.

وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الإِنجِيلِ بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فِيهِ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

    (Maide Suresi,47.Ayet)
İncil’e inananlar da Allah’ın onun içinde indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar dinden çıkmış günahkarlardır.

Posted in İSLAM | Etiketler: | 1 Comment »

Kadının Namazı Evinde Olmalıdır

Posted by MEHMET SELİM POLAT 27 Mayıs 2011

                                                                      أَلنِّسَاءِيَّاتْ     

الحديث اسابع والعشرون27-

عَنْ عَبْدِاللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ رَضيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنِ النَّبيصلي اللّه عليه وسلّم, قَالَ: صَلاَةُ الْمَرْأَةِ فِي بَيْتِهَا أفْضَلُ مِنْصَلاَتِهَافِي حُجْرَتِهَاوَصَلاتُهَافِي مِخْدَعِهَا أَفْضَلُ مِنْصَلاَتِهَافِي بَيْتِهَا[

                                                                                                                                        رواه أبوداود

Mes’ud oğlu Abdullah’dan (RA).:

[Kadının (hususi ve dahili) odasındaki namazı,salondaki namazından üstündür.Evin içerisindeki yatak odasındaki namazı,umuma açık bulunan evde kılınan namazından daha üstündür.]

(Ebu Davud)                     

İZAHI:{Evindeki} tabiri namaz için inşa edilen ev mescidini ifade etmektedir.Zira İslamın şa’şaalı devrinde her evin içinde kadınlara mahsus ev mescidleri vardı.

Bu hadis-i şerif ve benzerleri kadını evinden ayrılmamaya teşvik etmektedir.Çünkü İslamın şerefine yakışır hareket de ancak budur.

Allah’ın Resulü(SAV),kerimesi Hazreti Fatıme’den sordu:[Kadın için en hayırlısısı nedir?.]

Fatıme(RA):Erkeğe görünmemek ve erkeği görmemektir.]Bu cevap üzere Resulüllah kızını kucaklıyarak başından öptü.[Biri diğerinden olan bir nesildir.]mealindeki ayeti okudu.(3.cild İhya-i Ulüm’d-din,Nikah bahsine bak).

 

Posted in GÜNCEL, İSLAM | Etiketler: | 1 Comment »

Hadis Şerif Logatı

Posted by MEHMET SELİM POLAT 23 Mayıs 2011

Hadis Şerif Logatı

Her söz Peygamberin Hadisi,Peygamberin sözü değildir.

Hadîs Âlimi (Muhaddis):
Hadîs-i şerîf sahasında mütehassıs kimse. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta’dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn’dir.

Hadîs İmâmı:
Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri (rivâyet edenleri, nakledenleri) ile birlikte bilen büyük hadis âlimi. Buna, hadîs müctehidi de denir.

Hadîs-i Âhâd:
Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Âmm:
Herkes için söylenmiş hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Cibrîl:
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm’ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.

Hadîs-i Garîb:

Yalnız bir kişinin bildirdiği sahîh hadîs. Yahut, aradaki râvîlerden (nakledenlerden) birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîs.

Hadîs-i Hâs:
Bir kimse için söylenmiş hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Hasen:
Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Kavî:
Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Kudsî:
Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden belli olurdu. (Abdülhak Dehlevî)

Hadîs-i Maktû’:
Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn’den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler. Tâbiîn’den rivâyet edilen, bildirilen maktû’ hadîslerin sonraki râvîleri (nakledenleri) Ehl-i sünnet âlimlerinden iseler, bunlar hakîkaten hadîs-i maktû’dur. Mevdû sanmamalıdır. (İbn-i Kudâme-Buhârî)

Hadîs-i Mensûh:
Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.

Hadîs-i Merdûd:
Mânâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz.

Hadîs-i Meşhûr:
İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Mevdû’:
Bir hadîs imâmının şartlarına uymayan hadîs-i şerîfler. Bir müctehid (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim), bir hadîsin sahîh (doğru) olması için, lüzûm gördüğü şartları taşımıyan bir hadîs için; “Benim mezhebimin usûlünün kâidelerine göre mevdûdur” der. Yoksa; “Resûlullah’ın sallallah ü aleyhi ve sellem sözü değildir” demez. (Dâvûd-ül-Karsî)

Hadîs-i Mevkûf:
Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Mevsûl:
Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); “Resûlullah’tan işittim, böyle buyurdu” diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.

Hadîs-i Muddarib:
Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Muhkem:
Te’vîle (yoruma, açıklamağa) muhtaç olmayan hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Mu’allak:
Baştan bir veya birkaç râvîsi(rivâyet edeni, nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Munfasıl:
Aradaki râvîlerden (nakledenlerden), birden ziyâdesi (fazlası) unutulmuş olan hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Müfterâ:
Müseylemet-ül-Kezzâb’ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri. Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz, dört halîfesinin ve ashâbının arkadaşlarının yolunda olan âlimler), müfterâ hadîsleri aramış, bulmuş ve ayırmışlardır. Din büyüklerinin kitablarında böyle sözlerden hiçbiri yoktur.

Hadîs-i Mürsel:
Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn’den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Müsned-i Münkatı’:
Sahâbîden başka bir veya birkaç râvîsi (nakledeni) bildirilmeyen hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Müsned-i Muttasıl:
Peygamber efendimize kadar râvîlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Müstefîz (Müstefîd):
Söyleyenleri üçten çok olan hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Müteşâbîh:
Te’vîle (açıklamaya, yorumlamaya) muhtâç olan hadîs-i şerîfler.

Hadîs-i Mütevâtir:
Bir çok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler. Mütevâtir hadîsleri rivâyet edenlerin yalan üzerinde sözbirliği yapmaları müm kün değildir. Hadîs-i mütevâtire muhakkak inanmak ve bildirilenleri yapmak lâzımdır. İnanmayan kâfir olur, îmânı gider. (İbn-i Âbidîn)

Hadîs-i Nâsih:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.

Hadîs-i Sahîh:
Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup noksan bulunmayan), mütevâtir (bir çok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr (önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bulan) hadîsler.

Hadîs-i Şâz:
Bir kimsenin, bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîfler. Hadîs-i şâzlar kabûl edilir, fakat sened (vesîka) olamazlar. Âlim denilen kimse meşhûr bir zât değilse, kabûl olunmazlar.

Hadîs-i Zaîf:
Sahîh ve hasen olmayan hadîs-i şerîfler. Zaîf hadîsi bildirenlerden birinin hâfızası, adâleti gevşek olur veya îtikâdında (inancında) şübhe bulunur. Zaîf hadîslere göre fazla ibâdet yapılır; fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz.

Hadislerin kısımları olduğu gibi,her sözde hadis değildir,israiliyattır,kaynağına giderek gerçek hadisleri bulmak lazım.

Posted in HADİS, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Milletvekili adayı olmanın anlamı nedir?

Posted by MEHMET SELİM POLAT 20 Mayıs 2011

Milletvekili adayı olmanın anlamı şudur:

      “Ben sizin adınıza bu maksatla kurulmuş bulunan kurumda gidip teşri (kanun koyma) yapacağım, her biriniz bir fert olmanız dolayısı ile elinizde bulunan genel hakimiyet yetkisinin birer parçasını bana vekaleten belli bir süre devretmenizi istiyorum. Böylelikle ben yeterli sayıdaki temsil oylarımı toplayabildiğim takdirde, sizin adınıza egemenlik yetkisini kullanacağım ve teşri faaliyetlerine katılacağım.“ demektir.

     Kur’an- Kerim‘de Allah‘tan başka kanun koyan ve Allah’tan başka hükmüne başvurulan ya da hükmü kabul edilen herkes ve her kurumun ortak adı bilindiği gibi “tağut“ tur.Tağutun reddi ise ,iman edebilmek şerefine nail olmanın ilk ayağıdır.

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

      Dinde Çirkin şey Yoktur.“ Hak ile batıl apaçık meydana çıkmıştır. Kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse o, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam kulba yapışmış olur “ (Bakara 256)

      Tağutun ve tağuti düzenlerin egemenliğini kabul etmek , iman ile bağdaşabilir bir eylem olamaz.

“أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا

     ”Sana indirilen ve senden önce indirilmiş olanlara her halde iman ettiklerini ileri sürenlere bakmaz mısın ki , onu inkar etmekle emrolundukları halde yine tağutun hükmüne başvurmak isterler. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla büsbütün saptırmak ister “ (Nisa 60)

     Şu ayeti kerimede Allah’ın emir ve hükümleri dışında teşri yapmanın , teşri yetkisine sahip olunabileceğini kabul etmenin, hüküm ve mahiyetini açık bir şekilde ifade etmektedir.

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

      ”Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?. Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.(Şura.21 )

     “Yoksa onların , Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden şeriat yapan (Allah’ın hükümlerine aykırı hükümler koyan , Allah’a eş koştukları ) ortakları mı vardır ?” (Şura 21)

       Demokratik seçimlerde ve benzeri bütün eylem süreçlerde ,müslümanın demokrasinin herhangi bir halkasında yer alarak tağuti düzenin işlerlik kazanmasında bir katkıda bulunması , İslam’ın konu ile ilgili ilke ve hükümlerine aykırıdır.

Posted in GÜNCEL, SİYASET, İSLAM | Etiketler: | 1 Comment »

İslam’i hareket ve demokrasi

Posted by MEHMET SELİM POLAT 09 Nisan 2011

İslam’i hareket ve demokrasi.
İSLÂM ve DEMOKRASİ

İslam ; tam anlamıyla Allah’a teslimiyet demektir. Allah’a teslim olmanın anlamı ise, O’nun hükmüne kayıtsız, şartsız , itirazsız teslim olmaktır . Buna göre hareket edilirse mesela ; “ O zaman çok kimse bizi kabullenmez , elimizdeki imkanlarla ve araçlarla biz bu işin üstesinden gelemeyiz , böyle davranmak bizi marjinalliğe iter .. vs. “ gibi gerekçeler, hiçbir şekilde Allah’ın herhangi bir mesele hakkındaki hükmünü , gösterdiği yolu bırakıp başka bir takım hükümlerin ya da yolların aranmasının bir gerekçesi olarak görülemez.

Kaldı ki Hz. Peygamberin hayatı , Kurani yöntemden taviz vermesi tekliflerine karşı gerek Kur’an-ı Kerim’in gerekse kendisinin fiili ve sözlü olarak verdiği cevapları ,bunların ve benzerlerinin asla gerekçe olamaycaklarını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Allah ‘ın rızasını elde edebilmek için bütünüyle O’nun gösterdiği yolu yani dini takip etmekten başka bir yol yoktur . Bu şu demektir : İslami hareket ; mesela marjinal kalmak fobisine sahip bir hareket olmadığı gibi, bir takım yaklaşımlarının haksız ve ilmi olmayan bir şekllerde başka sistemlerin yaklaşım ve tutumlarına benzetilmesinden de kendisini sorumlu tutacak kadar kuruntulu bir hareket de değildir .

Ne bütün insanlık toptan cehenneme gidecek diye mahkum eden bir harekettir, ne de o zaman çok az insan dışında cehennemden kurtulan olmaz endişesiyle, toptan insanları cennete göndermek eğiliminde olan bir harekettir.

İslami hareket mahiyet itibari ile dini Allah’ın gönderdiği ve Rasulunun gösterip yaşadığı şekliyle hayata geçirmeyi ve hayata hakim kılmayı amaçlayan bir harekettir. O bakımdan kimse yolun her hangi bir aşamasına has olarak öngörülse dahi, özü , şekli ve yapısıyla islami olmayan herhangi bir yöntemi İslam adına müslümanların gündemine dayatmak hakkına sahip değildir .

Posted in SİYASET, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Kadının Namazı

Posted by MEHMET SELİM POLAT 22 Mart 2011

الحديث الثامن والعشرون

عَنْ ابْنِ مَسْعودٍ رَضيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ: صلّى اللّه عليه وسلّم النِّساءُ عَوْرَةٌ وَإِنَّ الْمَرْأَةَََ لَتَخْرُجُ مِنْ بَيْتِهَاوَمَابِهاباسٌ فَيَسْتَشْرِفُهاالشَّيطانُ فَيَقولُ إِنَّكِ لاتَمُرِّينَ بِأحَدٍإِلاَّ أعْجبَتْهِ وإِنَّ المَرأةََ لَتَلْبِسُ ثِيَابَها فَيُقالُ أيْنَ تُريدين.? فَتقولُ أَعودُ مَريدضًا أَو أشْهَدُ جَنازَةً. أَوأُصَلِّي فِي مَسْجِدٍ وَمَاعَبَدَت امْرَأةٌربَّهامِثْلَ أَنْ تَعْبُدُهُ فِي مَسْجِدٍ.

Yirmi sekizinci hadis:

İbn-i Mes’ud’dan [Kadınlar tamamen avrettir.Muhakkak kadın,günahsız olarak evinden çıkar,hemen kendisini gözeten şeytan yanına yaklaşır.(Sen kimin yanından geçersen o seni takdir eder ve güzelliğine hayran kalır.)der.Kadın süslendiğinde(Nereye gidiyorsun)denildiği zaman,(Hastayı ziyaret veya cenazeyi techiz veya camide namaz kılmaya gidiyorum.)der.Halbuki evinde olduğu gibi hiçbir yerde Rabbine ibadet etmiş olamaz.]

____________

İZAHI: Hastanın ziyaret edilmesi,cenazenin techiz ve tekfinine gidilmesi,camide ibadet edilmesi kadın için caiz ise de fitneye vesile olmaması için evinden ayrılmaması daha uygun ve evladır.Hele genç kadınalr için hiç de ruhsat yoktur.Böyle bir çıkıştan şiddetle hazer etmelidir.

Posted in HADİS, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Gerçek Düşmanlarımız

Posted by MEHMET SELİM POLAT 20 Mart 2011

(TEVBE suresi 23. ayet)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.

(MÂİDE suresi 51.ayet)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

Ey iman edenler!.Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin.Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.

(BAKARA suresi 120.ayet)

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ

Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, Andolsun ki,Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

(TEVBE suresi 28. ayet)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُواْ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَـذَا وَإِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنِيكُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ إِن شَاء إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

Ey iman edenler! Müşrikler ancak Necistir,bir pisliktir.(Tuvalet Pisliği) Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.

http://ates64.blogcu.com/

Bayrağı ve Yazıyı Tıkla

>>Ana Gibi Yar Olmaz

Big HugRunningJeepDuel GunsBible 2GrenadeProudGrenadeBible 2It

Şimdi En büyük Düşmanımız,Haççolardır.

 

Posted in AYETLER, GÜNCEL, SİYASET, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Ölülere Niçin Kur’an Okunmaz?

Posted by MEHMET SELİM POLAT 10 Ocak 2011

El-MUĞNİ
وقال الشافعي‏:‏ ما عدا الواجب والصدقة والدعاء والاستغفار لا يفعل عن الميت ولا يصل ثوابه إليه لقول الله تعالى‏:‏ ‏{‏وأن ليسللإنسان إلا ما سعى‏}‏ [النجم: 39]. وقول النبي ـ صلى الله عليه وسلم ـ ‏:‏ ‏(‏إذا مات ابن آدم انقطع عمله إلا من ثلاث‏:‏ صدقة جارية‏,‏ أو علم ينتفع به من بعده أو ولد صالح يدعو له‏)‏

İmam Şafii dediki:
Sadaka,Dua ve istiğfardan başka şey ölü için yoktur.
Allah Buyuruyor ki:
( İnsan için ancak amelidir,Onun karşılığını sonra görecektir.)(Ennecm 39)
Peygamberimiz buyurdu ki:
( Adem oğlu öldümü ameli kesilir.Ancak üç şey devam eder.
1-Sadakai cariye,kendi eseri.
2-Faydalanılan ilimi eser,kitap.
3-Hayırlı evlat ki,ona dua eder.)
……………………
Hediyetül Alaiyye,(Henefi Fıkhı)
Ehzul ücreti alazzikri ve tilavetil Kuranı fehuve haramun =Zikir veya Kuran okumaktan öcret almak Haramdır.(zaten ücretsizde okunmaz.)

قراءة القرآن كلها منافع وقراءة سورة يس على الموتى

قد مر عليك فوائد سورة الفاتحة والبقرة وآل عمران وآية الكرسى وغيرألئك ونذكرلك نبذة من شرح قوله صلى الله عليه وسلم اقرءوا يس على موتاكم  رواية  سيدنا معقل بن يسار رضىاله عنه رواه أبو داود  والنسائى وأحمد

أى الذين حضرهم الموت فيستأنسون بها لمافيها من ذكرالله وأحوال البعث والقيامة والجنة والنار ومااشتملتا عليه والتحذير من فتنة الشيطان    ولأنها قلب القرآن كما يأتى فى فضل القرآن  أى فالقراءة مشروعة على المحتضر فقط وليست مشروعة على الأموات    كذا قاله جماعة تبعا لعمل السلف الصالح     وهو ظاهر كلام مالك والشافعى وجمهورالمذهبين وقال الإمام أحمد وبعض المالكية وبعض الحنفية وبعض اشافعية    إن القراءة مشروعة على الأموات وينتفعون بها لعموم الحديث ولعمل الأمة الآن وهذا هو الظهر الذى ينبغى الاعتماد عليه للأمور الآتية

أولا :  أن الفظ الموتى فى الحديث نص فيمن مات فعلا وتناوله للحى المحتضر مجاز ولا يأتى المجاز الابقرينة ولا قرينة هنا كذا قاله الشوكانى وقال المحب الطبرى ان العمل بعموم الحديث هوالظاهر   بل هو الحق لحديث الدّارقطن من دخل القبور فقرأ قل هوالله أحد احدى عشرة مرة ثمّ وهب ثوابها للأموات  أعطى من الأجربعدد الأموات.(

وثاانيا : أن من حكم القراءة التخفيف وهو كما يطلب للمحتضر يطلب للميت ففى مستدالفروس مامن ميت يموت فيقرأعنده يس الا هوّن الله عليه وقال الامام أحمد كانت المشيخة يقولون اذاقرئت يس لميت خفف عنه بها

وثالثا : القياس على قراءة الفاتحة فى صلاة الجنازة وإلا كان تحكما

ورابعا : إلسلام القياس على السلام المطلوب للموتى فى زيارة القبور الآتية فإذاكان الميت يأنس بالسلام الذى هومن كلام البشرفكيف لا يأنس ويسرّ بكلام الرحمن جلّ شأنه?

وخامساً :  أن السكينة والرحمة ينزلان فى محل قراءة القرآن والميت والمحتضر بل كل مخلوق فى أشدالحاجة الى رحمة اللّه تعالى.

وسادسا القياس على الصلاة على النبى صلى اللّه عليه وسلم فإذا كان النبى صلى اللّه عليه وسلم وهو أفضل الخلق وأكملهم يرتقى فى الكمالات بسبب صلاة الأمة عليه فكيف لاينتفع الأموات بقراءة القرآن.

وسابعا : مايأتى فى فضل القرآن من أن رجلا كان فى سفر معع رفقة فضرب خباءه على قبر وهولا يشعر فسمع فيه إنسانا يقرأ تبارك الذى بيده الملك حتى ختمها

فذكر ذلك للنبى صلى اللّه عليه وسلم فقال هى المسانعة هى المنجية تنجيه من عذاب القبر أنظر ص فإذا ثبت قراءة القآن من الميت فى قبره فكيف نمنعها من احى على القبر بل هو أولى لأفضليته فضلا عما تقدم فالمانع ليس له دليل ومعلوم فى الشرع أن النفى والاثبات لابد لهما من دليل ولا دليل له ولعلّ مالكاوالشافعى لم يصح عند هما هذاالحديث اقرءوا يس على موتاكم والا لقالا به لما اشتهر من الشافعى إن صح الحديث فهو مذهبى بل وعمل السلف لا يخصص عموم الحديث وهذا كله مالم يوهب ثواب القراءة للميت

وإلا كان نوعا من الدعاء الذى ينتفع به الميت قطعا لما يأتى فى سؤال القبر استغفروا لأخيكمم راسألواله التثبيت فإنه الآن يسأل ولا يرد قوله تعالى )وأن ليس للإنسان الاماسعى( لأنهافى السابقين أوهى من العام المخصوص بغيرماورد كالصدقة والدعاءوالقراءة  أوهى فى الكافر وفى هذا اقناع  لمن أرادالإنصاف  ومن أراد تأيد مذهب فليذهب كما يشاء )اه( من كتاب التج للشيخ منصور ناصف فى باب الذكر والدعاء والقرآن عند المختضر  ص 368ج1

وورد فى تسيرالشيخ الصاوى قوله صلى اللّه عليه وسلم:

)-1ما من ميت يقرأ عليه يس إلا هوّن الله عليه(

ب- إن فى القرآن لسورة تشفع لقارئها وتفر لمستمعها ألا وهى سورة يس تدعى فى التوراة المعمة قل يارسول اللّه وكيف ذلك  ?قال :  نعم صاحبها بخير الدنيا وتدففع عنه أموال الآخرة وتدعى أيضا الدافعة والقاضية قيل يارسول اللّه وكيف ذلك ?  قال : تدفع عن صاحبها كل سوء ونقضى له كل حاجة(.

ج-  من قرأ يس حين يصبح أعطى يسر يومه حتى يمسى ومن قرأها فى صدر ليله حتى يصبح .(  أى بتكرارها تصفو مرآة القلب وترقّ طبيعته لأنها اشتملت على الوحدانية والرسالة والحشر والايمان بذلك متعلق بالقلب فلذلك سميت قلبا ومن هنا أمر قراءتها عند المحتضروعلى الميت لكون القلب    قد  أقبل على اللّه تعالى ورجع عما سواء فليقرأ عنده ما يزداد به قوّة ويقينا )اه(254 ص ج  4 اللهم اجعل القرآن لنا نورا وشفيعا وفهمنا أحكامه ورفقنا للعمل به.

التّرغيب والتّرهيب/  من الحديث الشريف/ جلت3 مكتبة باموق


Sonraki hüküm öncekine takdim edilir.

Men etmek hususunda şer-i delil,Nefyi isbattır.

O bizim için delil değildir ))اقرأوا يس على موتاكم((  ,(İkraü yasine ala mevtakum.)delil değildir.

Maliki ve Şafii Görüşü delil olarak kabul etmiyor(Henefi ve Hanbelidede aynıdır,tarz değişiktir)

))اقرأوا يس على موتاكم((  ,(Ölülere yasin okuyunuz)Dediler herkes için geçerli değildir.

Şafii diyorki:

بل وعمل السلف لا يخصص عموم الحديث,

وهذا كله مالم يوهب ثواب القراءة للميت

))إذا صح الحديث فهو مذهبى((

Sahih gördüğümüz hadis bizim mezhebimizin görüşüdür.))استغفروا لأخيكم

واسألوا له بالتثبيت فإنه الآن يسأل(((İsteğfiru liahikum=Kardeşlerinize dua ediniz.)

Bu hadis,Selefi Salihinin umumi görüşüdür,hususi değildir.

Sahabelerin hepside kuran okuyup ölülere sevabını hibe etmemişlerdir.

Ancak kurandan bir nevi vardırki kati olarak ölüler fayda görür oda duadır.

Nitekim kabir suali hadisinde geldi.

وإلا كان نوعا من الدعاء الذى ينتفع به الميت قطعاً لما يأتى فى سوءآل القبر

))استغفروا لأخيكم  واسألوا له بالتثبيت فإنه الآن يسأل((

(Kardeşinize dua ediniz,o şimdi sorguya çekilmektedir.)

Allahın şu ayeti red olunmaz.وأن ليس للإنسان إلا ما سعى(((Ve en leyse lil insani illa ma saa……Ancak İnsan için amelidir,karşılığını sonra görecektir.)

Nitekim bu geçen umuma mahsus nastır.لأنهافى السابقين أوهى من العام المخصوص بغير ما ورد كالصدقة والدعاء والقراءة , أوهى فى الكافر وفى هذا إقناع لمن أرادالانصاف,

Varid olan,sadaka,Dua,Kuran okumak,kafirler üzerine haramdır.

Bu kanaatle,Hangi insafla kuran okunur.

Kati olarak mezhebin görüşü açıklandıktan sonra isteyen istediği gibi amel eder.

İnşallah başkasının ameli geçerli olur.ben inanmıyorum.

الإنسان يعمل غيره  إنشاء اللّه.

ألقرآن الكريم هو دستور الحيوت الأحياء, لا للأموات.

Kur’anı kerim insanlar için bir dustur(ana yasa)dır.Ölüler için değil.

Ancak mu’tadar,yani ölmek üzere olan veya hasta olan insanlar için okunur ve faziletlidir.

(Etterğib-vetterhib)

أخذوا الأجرة على الذكر وتلاوة القرآن فهو حرام

هدية العلائيةKur’an ve zikir için ücret almak haramdır.

(Hediyetil alaiye-Hanefi)


Kabir ziyareti yaparken inananlardan sudur eden arızalardan birisi de, ölülere Kur’an okuma mes’elesidir.
Şu bir gerçektir ki ; Allah resûlü s.a.v böyle bir şeyi ne kendi yapmıştır, ne ümmetine böyle bir şeyi tavsiye etmiştir ve ne de,imâ ile de olsa buna işaret etmiştir.
Ayriyeten bu konuda sahabeden dahi bir nakil söz konusu değildir. Hatta ve hatta. Kur’an ve Sünnet’te bunun tam tersi – Yani ölülere Kur’an okunmayacağına dair – deliller mevcuttur.
Ama ne yazıkki bu konuda ne Allah’ın kitabında ve ne de Resulü’nün sünnetinde mesele ile alakalı hiçbir delilin olmamasına rağmen, inanan-ların kısmı azamı bu yanlışın içerisinde hayat sürmektedirler .

Halbuki Allah resulü s.a.v bir çok hadislerinde ölen bir kimseye nelerin fayda vereceğini ve kabir ziyaretinde de bir müslümanın nasıl hareket edeceğini açıkça uygulamış ve inananlara da bunu anlatmıştır.
Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi Allah Resulü s.a.v kabirleri ziyaret ettiği zaman şu duayı okurdu :
” السلام عليكم أهل الديار، من المؤمنين والمسلمين. وإنا، إن شاء الله، للاحقون . أسأل الله لنا ولكم العافية ”
“ Esselamu aleykum ehled diyarı minel mü’miniyne vel müslimin. Ve inne inşa-allahu le lahikun. Es elullahe lena ve lekumul afiyeh “
“ Ey mü’minlerin ve Müslimlerin diyarı ! Allah’ın selamı üzerinize olsun. Allah dilerse muhakkak biz de sizin yanınıza geleceğiz. Allah tan bizlere ve sizlere afiyet dilerim “ }

Müslim.3.C.975.
Hatta Aişe validemiz Allah Resulü s.a.v’e : Kabirleri ziyaret edeceğim zaman onlara nasıl dua edeyim, diye soru sorduğunda, Allah resulü s.a.v ona şu duayı okumasını söylemiştir.
{Aişe r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Cibril bana :
– Muhakkak ki Rabbin sana Baki – mezarlığı – ehline gidip onlar için istiğfar etmeni emrediyor,dedi. Ben – Aişe’de – dedim ki :
– Ya Rasulallah ! onlar için nasıl dua edeyim ? . Resulullah s.a.v dedi ki : Şöyle de :
السلام على أهل الديار من المؤمنين والمسلمين ويرحم الله المستقدمين منا والمستأخرين وإنا، إن شاء الله، بكم للاحقو
“ Esselamu aleykum ehled diyarı minel mü’miniyne vel müslimin. Ve yerha-mullahu’l mustakdimine minna vel musta’hirin. Ve inna inşaallahu bikum le lahikun “
“ Ey mü’minlerin ve Müslimlerin diyarı ! Allah’ın selamı üzerinize olsun. Allah, bizden önce ölenlere ve bizden sonra öleceklere rahmet eylesin. Allah dilerse biz de sizlere kavuşacağız “ }

Müslim.3.C.974.
Dolayısıyla, eğer kabirlerde Kur’an okumak caiz olmuş olsaydı … veya Kur’an okuyup da onun sevabını ölülere gönderme gibi bir şey dinimiz de caiz olmuş olsaydı,bunu Resulullah s.a.v mutlaka hanımına söylerdi. Çünkü,İslam’ın bu hususta bir kuralı vardır ki,o da :

تأخير البيان عن وقت الحاجة لا يجوز
“ İhtiyaç anında beyanın tehiri caiz değildir “
Yani,eğer ölüler için Kur’an okumanın onlara faydası olacak olsaydı bunu Allah Resulü s.a.v mutlaka söylerdi. Çünkü kendisine, kabirleri ziyaret etmek isteyen bir kimsenin orada ne yapacağı sorulmuştur.
Eğer Kur’an’a ve Sünnet’e az da olsa vukufiyetimiz olmuş olsaydı, insana faidesi olmayacak bu gibi bid’atlerle uğraşmayacağımız gibi, bununla uğraşan kimselere de bunun tam zıddına bir çok delillerin olduğunu anlatırdık.
Bakınız Allah’u Azze ve Celle kerim kitabında ne buyuruyor :
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيّاً وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ
“ Biz ona – yani Muhammed’e – şiir öğretmedik. Ki, ona yakışmaz da. O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Ki,onunla diri olanları uyarsın ve inkar eden-lere de azab sözü hak olsun. “

Yasin.69.70.ayet.
Ayet’i kerimeye dikkat edilirse, لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيّاً “ … diri olanları uyarması için … “ifadesiyle Kur’an’ın, dirilerin uyarılması için indirildiği anlatılmaktadır.
Rabbimiz yine bir Ayet’i Celile’sinde şöyle buyurmaktadır :
كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“ O mubarek bir kitaptır. Onu sana indirdik ki, Ayet’lerini düşün-sünler ve akıl sahipleri de öğüt alsınlar. “
Sad suresi.29.ayet.
Bu Ayet’i kerime de inandığını söyleyenlere açıkça şunu anlatmak-tadır ; Kur’an, akledebilen ve düşünebilen kimseler için inzal olmuştur. Dolayısıyla onun, düşünme, akletme ve anlama hasleti elinden alınmış ölü kimselere okunması makul değildir…..
Bununla beraber şunun da hiç unutulmaması gerekir ki,bu inanç ve amel Kur’an’ın gaye ve hedefine de terstir.
Çünkü Allah’u Teala Kur’an’ı kerimi,onunla amel edilsin diye gönder-miştir.Yani o, ölülerin kitabı değil dirilerin kitabıdır.
Ölenlerin ise artık amelleri kesilmiştir.Onlar Kur’an’ı ne okuyabilirler ve ne de onunla amel edebilirler.
Onlar için okunan Kur’an’ın sevabı da onlara ulaşmaz. Meğer ki, Kur’an’ı kendisine öğrettiği kimse ola..….. Yani, bir kimse hayatta iken kime Kur’an öğretmiş ise,onun okumasından bir sevap kazanabilir. Çünkü bu şey, henüz hayatta iken kendisinin sa’yı gayretinden olan şeylerdendir.
Çünkü Allah’u Azze ve Celle kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ
{ Ölüleri diriltecek,işledikleri amelleri ve geride bıraktıkları eserleri yazacak olan elbette biziz ….. }
Yasin suresi.12.ayet.
مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا”………………..
“ Kim güzel bir işe aracılık ederse,onun da o işten bir payı vardır…
Nisa suresi.85.ayet.
Sünnet’i seniyyede ise şöyle buyrulmaktadır :
– قَالَ رَسُول اللَّه صَلى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلمْ: من سَنَّ سنة حسنة فيعمل بِهَا كَانَ لَهُ أجرها، ومثل أجر من عمل بِهَا لاَ ينقص من أجورهم شيئاً………….”
{ …… Cerir bin Abdullah r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Kim iyi bir çığır açar da o yolda yürünürse,o yolda yürüyenlerin sevabı kadar bu çığırı açan kimseye de ecir yazılır.Onların sevaplarından da bir şey eksilmez ……… }Müslim : 3.C.1017.-İbni Mace : 1.C.203.
Hulasa, bu delillerin umum ifadeleri bizlere şunu anlatmaktadır : İster hayatta olsun ister ölü olsun, kim hayırlı bir işe vesile olmuş ise,o işten hasıl olan sevapların aynısını bu kimse de kazanacaktır.
Dolayısıyla,hayatta iken birilerine Kur’an öğretenler, o kimseler Kur’an okudukça sevap kazanacaklardır…. İşte Kur’an-ın ölüye ancak bu şekilde faydası olur.
İbni Kesir r.h ;

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
“ İnsan için kendi çalışıp çabalamasından başka bir şey yoktur “(Necm.suresi.39.ayet)
Mealindeki Ayet’in tefsirini yaparken şöyle diyor : “ Yani başkasının günahı kişiye yüklenmediği gibi,kendi nefsi için kazandığı hariç, başkasının yapacağı sevaptan da yararlanamaz.
İbni Kesir devam ediyor ve diyor ki : Bu Ayet’i Kerime’den İmam Şafii r.h şu hükmü çıkarmıştır :
“ Ölüler için okunup, hediye edilen Kur’an’ın sevabı onlara kavuş-maz, çünkü okunan Kur’an onların ameli ve kazancı değildir. Bunun içindir ki Allah’ın Resulü s.a.v ölülere Kur’an okumayı ümmetine tavsiye etmemiş ve ne açık bir ifade ile ve ne de ima yolu ile de olsa, onlara bu yolu göstermemiştir “
Bununla beraber, Sahabeden de bu hususta sahih bir nakil yoktur.Şayet bu hayırlı bir iş olmuş olsaydı,şüphesiz ki onlar bu hayırda bizleri geçerdi. – Yani onlar bizden önce bunu yaparlardı – Unutmayın ki,Allah’a yaklaştıran ameller ancak nas’la sabit olur. Bu gibi hususlarda ne kıyasla ve ne de şahsi görüşlerle hareket edilmez. “
İbni Kesir: 13.C.7554.


Ölülere Kur’an okunmayacağının sünnet’ten delilleri ise şunlardır :
عن أبي هريرة , أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : لا تجعلوا بيوتكم مقابر. إن الشيطان ينفر من البيت الذي تقرأ فيه سورة البقرة .
{Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Muhakkak şeytan, içerisinde Bakara suresi okunan evden kaçar.}

Müslim.2.C. 780.Tirmizi.5.C.3036.
Ahmed.2 / 284-337
{Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Evlerinizde Bakara suresini okuyunuz, oraları kabirlere çevirmeyiniz. }
Beyhaki.5 / 448 / 1056
Hulasa, ölülere faydası dokunsun diye Kur’an okumanın eğer dinimizde bir yeri olmuş olsaydı, Müslümanlara karşı çok şevkatli ve merhametli olan Peygamberimiz Muhammed s.a.v :
“ Evleriniz de Kur’an okuyunuz ve namaz kılınız, oraları kabirlere çevirmeyiniz “
diye nasihatte bulunmazdı… Çünkü,kabirler Kur’an okuma ve namaz kılma yeri değildir….. Bunun içindir ki ; Hayatı boyunca defalarca kabirleri ziyaret eden Allah Resulü s.a.v, ne böyle bir şey yapmıştır,ne ümmetine böyle bir şey tavsiye etmiştir ve ne de ima ile de olsa buna işaret etmiştir …..
Kendisinin de hadisi şeriflerinde buyurduğu gibi :
ما بقي من شيء يقرب من الجنة ويباعد من النار إلا وقد بين لكم . صحيح

{ Size cennet’e yaklaştıracak ne var ise onu açıklamışımdır. Ve yine size, cehennem’den uzaklaştıracak ne var ise onları da açıklamışımdır.}

M. Zevaid.8 . 264 – 4.C.1803.- Hakim : 2.C. 4.

عن أبي ذر قال تركنا رسول الله صلى الله عليه وسلم وما طائر يقلب جناحيه في الهواء إلا وهو يذكرنا منه علما قال فقال صلى الله عليه وسلم فذكره . وله شاهد من رواية عمرو عن المطلب مرفوعا بلفظ ما تركت شيئا مما أمركم الله به إلا قد أمرتكم به وما تركت شيئا مما نهاكم عنه إلا قد نهيتكم عنه .

وإسناده مرسل حسن .
{ Ebu Zerr r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v bizi, hava’da kanat çırpan kuştan dahi malumat vemiş olduğu halde terk etti . }
İbni Hibban.1.C. 65.

Ahmed müsned.5 / 162 Taberani Kebir : 1647.
Sünen: 4.C. 1803.
{ Ve yine bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır : Allah’ın size emredip de benim size emretmediğim hiçbir şey bırakmadım.Ve yine,Allah’ın size yasaklayıp da benim size yasaklamadığım hiçbir şey de bırakmadım.}
Sünen.4.C. 1803.

SONUÇ OLARAK:

Kuran ve Hadis Müslüman’ın anayasasıdır.
Onun dışına çıkamaz,inanç sömürüsü yapamaz.Hata yapar günah kazanır,bilerek yaparsa küfre girer.Yasalar diriler için geçerlidir,ölüler için değil.İman ve islama teşvik içindir.Allah’ın işine karışmak için değil.
1.. (Ehzul ücreti ala zikri ve tilavetil kuran fehuve haramün=zikir veya kurandan ücret almak haramdır-Hediyetül alaiye)) Bu ücret ister maddi olsun,iter hatır gönül fark etmez.
2.. Necm suresinde/21.ayet- Allah buyuruyorki:İnsan için ancak amelidir sonra karşılığını görecektir.Kimse kimsenin yerine rehine değildir.ancak maksat yalnız.
3.. Etterğipte şöyle geçer:(Men mate ibni adem inkatea amelühü…=Kişi ölünce ameli kesilir ) kesilen bir ameli sen devam ettiremezsin
4.. Bakara suresinde.(insan taşıyabilecağı kadar yükü yüklenir.)Zengin kuran okuttu ya fakir ne yapacak?.
5.. Etterğip vetterhip te :(Elkur’anil kerimu huve dusturil,huyutil,ehyai,la lil emvat=Kuran diriler için yasadır,kanundur,ölüler için değil)
6.. Peygamberimiz kaç ölüye kuran okumuştur?.
7.. Hangi ayeti okuyun diyor?.
8.. Kuran ayetlerini eksiltmekle,artırmanın farkı ne?.
9.. Allah buyuruyor ki kuranı okuyun onu yemeyin.
10.. Babanız öldü ona kuran okuyorsun.baba kalk camiye git,namaz kıl,oruç tut dedin,o bunları yapar mı?,yapamazsa niçin ona söyledin?,Türkçe değil de Arapça Allah kelamıyla bunu söylemiş olmadın mı?..
11.. Öyleyse kuranı değiştirmek küfür değil mi?.
12.. Dua ayrı bir ibadettir,dua edebilirsiniz.Allah’a dilekçe yazmaktır.yaz dilekçeni de,cenneti satın almaya çalışma.
13.. İslam dininde ruhbanlık yoktur.Ama sen yinede üçkağıtçı,sahtekar insanlara para ver de sana yasin okusunlar.yasinde tek ayet bulamazsın ki ölüye hitap etsin.hep dirilere hitap eder.peki neden ölüye okudun?.ha ölmek üzere olan kişiye okuyabilirsin,çünkü o hala diridir.Kuranı okumak ve dinlemek fazilettir,Rahmettir.ölüye okumak ve okutmak haramdır,israr ve maksatlı yapılırsa küfürdür.Hut suresinde Allah buyuruyor ki:(fastakim kema umirte=Emrolunduğun gibi doğru ol ) yani ne eksilt ve nede artır.Lütfen Allah eksik koydu da senmi tamamlayacaksın?.

Posted in EĞİTİM, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Hıristiyanlar Kur’anda

Posted by MEHMET SELİM POLAT 22 Kasım 2010

hıristiyanlar
Bakara(*) Sûresinin 62 . Ayetinde
Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden13 (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükafat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).14
Bakara(*) Sûresinin 111 . Ayetinde
Bir de; “Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennet’e girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”
Bakara(*) Sûresinin 113 . Ayetinde
Yahudiler, “Hıristiyanlar bir temel üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da, “Yahudiler bir temel üzerinde değiller” dediler. Oysa hepsi Kitab’ı24 okuyorlar.(Kitab’ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti. Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, hükmü Allah verecektir.
Bakara(*) Sûresinin 120 . Ayetinde
Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.
Bakara(*) Sûresinin 135 . Ayetinde
(Yahudiler) “Yahudi olun” ve (Hıristiyanlar da) “Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
Mâide(*) Sûresinin 18 . Ayetinde
(Bir de) yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de onun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak onadır.
Mâide(*) Sûresinin 51 . Ayetinde
Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez.16
Mâide(*) Sûresinin 69 . Ayetinde
Şüphesiz inananlar (müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir.)17
Mâide(*) Sûresinin 82 . Ayetinde
(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da “Bizhıristiyanlarız” diyenler olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar.
En’âm  Sûresinin 156,157 . Ayetinde
Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.

Posted in İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

İslâm’da Laiklik Yoktur.إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır.

Posted by MEHMET SELİM POLAT 27 Mayıs 2010

Bismillahirrahmanirrahim

İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ  Allah katında tek Din İslâmdır.

Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal hayatın dışına itilmesi, din adamları sınıfının devletin siyasal hayatında din adına etkin olmalarının engellenmesi diye ifade edilir.

Buna cevap olarak deriz ki: Laiklik Fransa’da kilisenin ve papazların siyasete karışmasından sonra Rönesanss ile kiliseyi ve din adamlarını devlet yönetiminden uzaklaştırmak için çıkarılmış bir sistemdir. Fakat İslam’da batıda bilinen şekliyle bir “ din adamları “ sınıfının varlığı söz konusu değildir. Dolayısı ile böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunması söz konusu değildir. Dolayısıyla böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunmalarından ve devletin siyasetinden aktif bir rol oynamalarından söz edilemez.Çünkü böyle bir sınıf yok ki, bu sınıfın icra edeceği fonksiyon kabul veya redde konu olsun.

Bugün içinde yaşadığımız dünyada, İslam adına meydanlara, gazetelere, ekranlara, kürsülere çıkan pek çok alim ,önder, siyasi, akademisyen, maalesef İslam dışı olduğu bizzat kendi taraflarınca bu kadar net bir biçimde ortaya konan Laikliği ve Demokrasiyi sahipleniyorlar, bunları benimsediklerini söyleyebiliyorlar.
Üstelik bazıları daha da ileri giderek bu cahiliyye hükümlerinin Allah’ın dinine de iftira ederek, İslami olduklarını, İslam’la bağdaştıklarını iddia edebiliyorlar .

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Onlar hala cahiliyye hükmünü mü arıyorlar?. Kesin bilgiye inanan topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir?. “ ( Maide 50 )

Cahiliyyenin anlamı belirgin bir biçimde bu ayette ortaya konulmuştur.Cahiliyye, Allah’ın belirttiği, Kur’an’da ifade edildiği üzere insanların insanlar için hüküm belirlemesi, insanın insana köle kılınması, Allah’a kulluğun bırakılması, Allah’ın ilahlığının reddedilmesi ve de buna karşılık, kimi insanların ilah kabul edilmesi ve Allah’a değil onlara itaat ve ibadet edilmesi, onlara tapılmasıdır. Cahiliyye bir olgudur. Geçmişte yaşanan bu olguyla, bu günde yarın da yine karşılaşılacaktır. Cahiliyyenin niteliği İslam’la çelişmek, İslam’a karşı olmadır.

Allah’ın şeriatını reddeten; cahiliyye düzenini kabul ediyor, cahiliyyeyi yaşıyor demektir.! “Cahiliyye sistemleri yalnızca putperestlik şeklinde ortaya çıkan ya da buna benzer mitolojik tanrılara tapmak şeklinden ibaret değildir. Kavmiyet ve vatan gibi ad ve şekli değişik olabilir.Başkalarını zorla egemenliği altında tutan diktatör ve tağutlar gibi yeni putlar olabilir, hatta heykel putlar bunların birer sembolü olabilir .”

Günümüzde bütün çağdaş toplumlar, komünst, kapitalist, yahudi, hırıstiyan ve sözde müslüman geçinen bazı toplumlar bir tür cahiliyye toplumunu teşkil etmektedirler. Çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine iman ettiklerini ifade etmekle birlikte tevhid akidesinin en önemli esası olan otorite hakkını ,egemenlik, hakimiyet, yetkisini Allah’a vermemektedirler. Hayatlarını düzenleyecekleri kanun ve kuralları koyma yetkisini, hem de mutlak manada, kendi hemcinslerinin oluşturdukları bazı kurumlara parlemento, hükümet ve yargı gibi organlara vermektedirler. hakimiyetin, hüküm koyma yetkisinin mutlak manada “millet”e ait olduğu ilkesini benimsemektedirler.

Sosyal konumu itibariyle kendilerince alt tabakalarda bulunan bir müslüman hanımın başını örtmesine itiraz etmeyenler, başını örten ya da çarşafa bürünen üniversite öğrencisi ya da belli bir kariyer ve kendilerince yüksek bir mevkide olan birisi oldu mu bu sefer devrim krizleri geçirir, laiklik saralarına tutulur, uysal , insan hakları havarisi kesilenler birden bire kırmızı görmüş boğaya dönerler; hatta bazıları daha da sapıtarak ağızlarından salyalar saçan bir mahluka dönüşürler.

Burjuvalar, tağutlar,laikler, tahtları ve üst makamları ellerinde bulunduranlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmedilmesine kesinlikle karşı çıkacaklardır. Zira Allah’ın indirdiği hükümler uygulandığında, onların yüzlerine geçirmiş oldukları ilahlık maskesi yere düşecek ve ilahlık sadece Allah’a ait olacaktır. Sömürü, zulüm ve haram üzerine kurdukları cahiliyye düzeninde kendilerine maddi çıkar sağlamakta olan sömürücü egemen güçler elbette ki Allah’ın indirdiği hükümlerin uygulanmaması için yırtınacaklardır.

Hüküm koyma yetkisi, sadece ve tek Allah’ın olmalıdır. İlahlığın her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah’a özgüdür. Zira egemenlik yani hakimiyet kanun koyma hakkı ilahlığın özelliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir gurup, bir ulus, isterse uluslar arası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun, ilahlığın nitelikleri noktasından, herkesten önce Allah’a savaş açmış demektir.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
“De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim .. “ (al-i İmran 64)
(Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.
Bu birbirini Rab edinme olayı en katı dikta rejimlerinin (monarşi ve oligarşi ) en başta gelen özelliği, insanları kendisine taptırma ve kurumlarını, sistemlerini , yasalarını kanunlarını, değer yargılarını ve ilkelerini benimsetmedir.İşte ancak İslam nizamında insan bu boyunduruktan kurtulur. Özgürlüğe kavuşur .
Düşüncelerini, düzenlerini ,yaşam biçimlerini, yasalarını ve kanunlarını, değer yargılarını ve ilkelerini yalnız Allah’tan alan bir özgürlüğe kavuşup kula kulluktan kurtulur .

İslam nizamında bütün insanlar eşit konumundadır .
Cahiliyye de , demokrasi ve laiklikte ise insanlar Allah’ın değil de bazı insanların yaptıkları kanun , kural ve ilkeleri ,onların oluşturdukları meşru ve gayrimeşru ölçüleri benimser, onlara tabi olurlar. Bu Allah’tan başka bu ölçüleri, kanunları koyanları İlah ve Rabb edinmek sonucunu doğurur.

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

“Yoksa Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı , derhal aralarında hüküm verilirdi . Ve zalimler için şüphesiz can yakıcı bir azap vardır “ ( Şu’ra 21 )

“ Şimdi sen , kendi hevasını İlah edinen ve allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı , kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü ?..”( casiye 23 )

Bu ayet ve tefsirinden anlaşıldığı üzere , hayatlarını düzenlerken Allah’ın değil de hevalarını esas almaları, hevalarını ilahlaştırmak şeklinde nitelendirilmektedir.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا

“Allah ve Rasulu ,bir işte hüküm verdiği zaman , artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur . Kim Allah’a ve Rasulune karşı gelirse , apaçık bir sapıklığa düşmüş olur .” (Ahzab 36 ) İslam sisteminin temel kurallarından birini, bu sistemin önemli bir ana prensibini açıklamaktadır. Bu ayet insanların hevalarını esas almalarını , Allah ve Rasulunun bir hüküm verdiği konularda, insanların farklı, zıt hüküm koymaya kalkışmalarını temelden yasaklıyor.Laikliği de İslam karşıtı bir cahiliyye olarak dışlıyor.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا
“ Şunları görmüyor musun? Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi?Tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” ( Nisa 60 )
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا
Hayır! Rabbine andolsun ki ,aralarında çıkan anlaşmazlıkta ; seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.” ( Nisa 65 )

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ

“Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi.Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler“ (Mu’minun 71)

لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

“And olsun ,size öylebir kitab indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enbiya 10)

Allah’a kulluktan kaçınanlar,sınırsız mercilere kullukta bulunma zilletine düşerler . Kendileri gibi insanlara kullukta bulunurlar. Onların önünde eğilerek hayatını onların kanunlarıyla, nizamlarıyla , değerleriyle kendileri gibi beşeri güçlere ibadet etme zilletini yaşarlar. Onlar ve bunlar yani yöneten ve yönetilenler Allah’ın önünde eşit oldukları halde birbirlerini Allah’tan başka rabbler edinirler.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ

“De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim ..” (Al-i İmran 64)

اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

”Onlar, Allah’dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” ( Tevbe 31 )

Bu ayetin tefsirine bakıldığında görülecektir ki Rab edinmenin şeklini açıklayan bi zatihi Rasulullah’ın kendisidir. !

“Tay kabilesi reisi olan Adiyy bin hatem şöyle der.

Mekke fethedildiği gün ben Hırıstiyan olduğum için Mekke’den kaçtım. Bacım ise müslümanlara köle oldu.  Zamanla Rasulullah bacımı serbest bırakarak azad etti.Bacımda islamı tanıdığı için müslüman oldu.

Bunun üzerine Mekke dışına çıkarak beni aradı ve akrabalarımın yanında beni buldu ve “ müslüman olduğunu,  İslam dininin çok güzel bir din olduğunu, islam’ı bize yanlış anlatmışlar, eğer Hz. Muhammed’den özür dileyip müslüman olursan senin için çok iyi olur. Hem mekke senin yurdun, kabile reisi olman itibariyle bir sürü malında vardır.Tekrar söz sahibi olabilirsin “ diyerek beni ikna etti .

Bende geri geldim .Mescidde Rasulullah’ı etrafında sahabelere:

“Onlar, Allah’dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler,”Tevbe 31” ayetini okurken gördüm ve boynumda gümüşten bir Haç olduğu halde yanına geldim .

Ey Allah’ın rasulu ; ben eskiden Hırıstiyandım ve Hırıstiyanlığı iyi bilirim . Biz hiç bir zaman alimleri , rahipleri rab edinmedik , onlara ibadet de etmedik,dedim.

Bu ayette Allah (c.c.) ne demek istemiş dedim der.

-Bunun üzerine Hz. Muhammed : “Ey Adiyy ! çıkar o boynundaki putu “. Bende çıkardım . “Ettiniz Adiyy , ettiniz “ dedi.

“O rahipleriniz , alimleriniz size Allah’ın kitabına muhalif olarak helal ve haram koymadılar mı ?”

Bende evet ya rasulullah ; onlar okumuş kimselerdi, böyle yaparlardı. Bunun üzerine

“ işte onların bu yaptıkları Rabb’liktir. Sizinde onların dediklerini benimsemeniz , uymanız onlara ibadetinizdir “ dedi. “

Evet kardeşler bu ayeti okuyalım,
tefsirini bir araştıralım ,sonra bunu günümüzde şekillendirelim . İbadet eden kullar aynı fakat rabb’lik yapan o gün alimler ve rahiplerdi . Bugün ise beşeri düzenlerin hepsi. Yani parlemento , meclis , krallık , vs. vs. Hayat nizamını, devlet yönetimini Allah’ın emrettiği kaynaktan almayanlar, şeytanın gönüllerine vesvese vererek nefs ve hevalarını ilahlaştırarak, yaratılmış akıllarını putlaştırarak, kendileri gibi yaratılmış, tuvalete girdiğinde üç büklüm olup defi hacet yapanlardan alırlar. İşte bu Cahiliyye’nin ta kendisidir.
Yüce Rabb’imiz bu meselenin iman ve küfür,
İslam ve cahiliyye, şeriat ve nefs meselesi olduğunu bildiriyor .Orta yol yok, uzlaşma yok. İki tarafın arasında barış yok. Müminler bir harfini gizlemeden ve hiç bir şeyini gizlemeden ve hiç bir şeyini değiştirmeden Allah’ın indirdikleri ile hükmedenlerdir. Kafirler, zalimler ve fasıklar da, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerdir.

İlahî

Tıkla>>Annem
Tıkla>>Ses Klibi

Posted in GÜNCEL, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

KÜFÜR’ün ORTAK Mücadelesi

Posted by MEHMET SELİM POLAT 23 Mayıs 2010

ÇEŞİTLİ KÜFÜR ÖNCÜLERİNİN ORTAK MÜCADELESİ

İblis: Bana kıyamete kadar ömür ve mühlet ver, dedi. 15- Allah da: Sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu. 16- İblis: Öyle ise beni azdırmana karşılık yemin ederim ki insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım, vesvese verip, pusu kuracağım. 17- Sonra onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım, sen de çoğunu şükrediciler bulamayacaksın, dedi.

Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti, dedi. 21- Ve onlara: Elbette ben size öğüt verenlerdenim, diye de yemin etti. 22- Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı ( önceki mevkilerinden indirdi )…

Şeytan, Âdem ve Havva’ya; “ Ben sizin iyiliğinizi istiyorum. Bu ağaçtan yerseniz ya ebedileşir ya da melek olursunuz ” diyerek kandırmıştır. Günümüzde de iyiliğini istiyorum diyerek aynı metot uygulanmaktadır.

Haşr 16- ( Yahudileri kandıran münafıkların durumu da ) tıpkı şeytanın durumuna benzer ki insana ” İnkâr et ” dedi, ( insan ) inkâr edince de: Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabb’i Allah’tan korkarım! dedi.

İbrahim 22 – ( Hesapları görülüp ) iş bitirilince şeytan diyecek ki şüphesiz Allah size gerçek olanı vaat etti, ben de size vaat ettim ama size yalancı çıktım, zaten benim size karşı bir gücüm yoktu, ben sadece sizi ( inkâra ) çağırdım siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin kendinizi yerin, ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz, kuşkusuz daha önce ben, beni ( Allah’ a ) ortak koşmanızı reddettim. Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.

MÜŞRİKLER

Hud 110- …Muhakkak ki onlar, bundan ( Kur’an’dan ) kuşkulu bir şüphe içindedirler.

Enbiya 3- Kalpleri hep eğlencede ( gaflette ), hem o zalimler aralarında şu gizli fısıltıyı yaptılar: Bu, ancak sizin gibi bir insan. Artık göz göre göre sihre mi gidip uyarsınız?.

Yusuf 106- Onların çoğu şirk koşmadan Allah’a iman etmezler ( imanlarına az çok bir şirk karıştırırlar ).

Eski müşrikler ya ağaçtan ya taştan put edinirdi. Şimdi ise Allah’a karşı genellikle parayı, malı, makamı, toplumu, şehveti, silahı veya gücü yada kahramanlaştırdıkları aciz bir insanı ilahlaştırmaktadırlar.

Maide 82- İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak yahudileri ve Allah’a ortak koşanları (müşrikleri) bulursun…

Zümer 3- İyi bil ki halis din ancak Allah’ındır. O’ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz. Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

YAHUDİLER

Nisa 44- Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.

Nisa 46- Yahudilerden bir kısmı, ( Allah’ın kitabındaki ) kelimeleri esas manasından kaydırıp dillerini eğerek ve dine saldırarak “ Sözünü işittik, emirlerine isyan ettik, dinle, dinlemez olası ve râinâ ( bizi gözet ) ” diyorlar. Hâlbuki onlar ” İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize de bak ” deselerdi bu, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. Artık onlar, pek azı müstesna, iman etmezler.

HIRİSTİYANLAR

Tevbe 31- Onlar, Allah’tan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir. 32- Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da razı olmuyor. Fakat kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlamayı diliyor. 33- O öyle bir Allah’tır ki, Resulünü hidayetle ve hak dinle bütün dinlere üstün kılmak için göndermiştir. Müşrikler hoşlanmasalar da. 34- Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, yahudi hahamları ile hıristiyan rahiplerinin birçoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar…

Yahudiler Allah’ı bırakıp hahamlarının, hıristiyanlar da papazlarının emir ve yasaklarını tercih ederek ilahlaştırdılar. Ardından hakla savaşmaya başladılar.

Maide 72- Andolsun, ” Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir ” diyenler elbette kâfir olmuşlardır…

Allah tektir. En hoşlanmadığı şey kendisine ortak edinilmesidir.

En’am 20- Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, Peygamber’i, kendi oğullarını bildikleri gibi, bilirler. Kendilerine yazık edenler var ya! İşte onlar iman etmezler.

Maide 18- Yahudiler ve hıristiyanlar, ” Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz ” dediler. De ki:  O halde niçin günahlarınızdan ötürü ( Allah ) size azap ediyor? Hayır, siz de O’nun yaratıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah’ındır. Nihayet dönüş de O’nadır.

Bakara 135- Bir de: Yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız, dediler. Sen onlara de ki: Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim’in dinine ( uyarız ) ki o hiçbir zaman müşriklerden olmadı. 136- Deyiniz ki ” Biz, Allah’a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa’ya ve İsa’ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız ” 137- Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse onlar sadece ve sadece didişmenin içindedirler. Allah onlara karşı sana yeter. Ve O, işitendir, bilendir.

Tam bilmeden inandıkları dinlerine başkalarını çağırarak hem kendilerini hem de başkalarını ateşe çağırmış olurlar.

NE KADAR FARKLI OLSALARDA TÜM İNKÂRCILAR TEK MİLLETTİR

Yunus 39- Tersine onlar bilgisini kavrayamadıkları ve henüz açıklamasına da muhatap olmadıkları bir mesajı yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Gör bakalım, o zalimlerin sonu nice oldu?.

Öncekiler gibi dinleyip araştırmadan inkâr ederek kaybettiler.

Hud 19- Onlar insanları Allah yolundan alıkoyarlar. O yolu eğri göstermeye yeltenirler ve ahireti de inkâr ederler.

Hem inanmazlar hem de inandırmamaya çalışırlar.

Furkan 5- Kur’an öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırmış da sabah akşam kendisine okunmaktadır, dediler.

Nahl 24- Onlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman ” Öncekilerin efsanelerini ” dediler.

Enbiya 5- Onlar: Hayır, bunlar karışık rüyalardır; yok, onu kendisi uydurdu, yok o bir şairdir. Böyle değilse önceki peygamberler gibi, o da bize bir mucize getirsin, dediler.

Onlar Kur’an’ı rüya, masal veya efsane olarak görürler. Hâlbuki Kur’an’da masal ( olmamış olaylar ) da efsane ( ulaşılamayacak hedefler ) de yoktur.

R’ad 31- Bir Kur’an ki onunla dağlar yürütülse veya onunla yer parçalansa veya onunla ölüler konuşturulsa ( o yine bu Kur’an olurdu ). Fakat emir bütünüyle Allah’ındır. İman edenler, kâfirlerden ümit kesip daha anlamadılar mı ki Allah dileseydi, elbette insanların hepsine toptan hidayet buyururdu. O küfürde direnenlerin kendi sanatlarıyla başlarına musibet inip duracak yada yurtlarının yakınına konacak. Nihayet Allah’ın vaadi gelecek. Muhakkak ki, Allah vaat ettiği zamanı şaşırmaz.

Dağlar yürütülse, ölüler konuşturulsa bile şartlanmış bazı kâfirler yine de iman etmezler.

Şuara 200, 201- Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk ( okuyup anladılar, ama yine de ) acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. 202- İşte bu ( azap ) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir. 203- O zaman ” Bize ( iman etmemiz için ) mühlet verilir mi acaba? ” diyeceklerdir.

Bazı kâfirler de azabı görünceye kadar iman etmez.

Kalem 44- Bu sözü yalanlayanı bana bırak. Onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız. 45- Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır. 46- Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar? 47- Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar?

Beyyine 6- Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, insanların en şerlileridir.

Bu şerli insanların camilere saldırmaları, pislik atmaları, müslümanların evlerini kundaklamaları, hayâ ve ahlaklarını yok etme çabalarından Allah’a sığınarak müslümanlara sevgi, saygı beslemeli ve önem vererek her yönden onları geliştirmeye çalışmalıdır.

Fussilet 33- Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ” Ben gerçekten müslümanlardanım ” diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?.

Hicr 2- Bir zaman gelecek ki inkâr edenler “ keşke müslüman olsaydık ” diyeceklerdir.

Posted in GÜNCEL, İSLAM | Etiketler: | 1 Comment »

Kadınlar’ın Örtünmesi

Posted by MEHMET SELİM POLAT 18 Mayıs 2010

Kadınlar yüzlerini de örtmeli midir? “Teberrüc” nedir?”

Bilindiği gibi kadınlara da erkeklere de bakışlarını “kısmaları” emredilmiştir. (24/30-31)

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s.)”Bakışı bakışa ekleme”(Ebû Dâvûd, nikâh 43; Timizî, edep 28; Dârimî, rikâk 3; Müsned V/351, 353, 357) buyurmuşlardır.

Cumhur (fıkıhçıların çoğunluğu) kadının yüzünün de avret olduğu görüşündedirler.

Hanefilerin çoğunluğu kadının ellerinin ve yüzünün avret olmadığını, ancak fitne söz konusu olduğunda örtmesi gerektiğini söylemişlerdir.

Bir kısım Hanefiler ise cümhûra uyarak kadının ellerinin ve yüzünün de avret olduğu görüşünü benimsemişlerdir.

Meselâ Aliyyu’1-Kârî bunlardandır. Görüldüğü gibi fitne söz konusu olduğunda kadının ve özellikle genç kızların yüzlerini dahî kapatmaları konusunda ittifak vardır. “Fitne” onun, karşı cinsten olmaklığına duyulan cinsel arzudur.

Bu bağlamda meselenin bir yönünden daha söz edilebilir ki, bu da “teberrüc” yasağıdır. “Teberrüc” kadının, elbise ya da vücudundaki güzelliklerini yabancı erkeklere arzetmesi demektir ve âyet-i kerime ile yasaklanmıştır.  ( 33/33 )

Süslü bir başörtüsü, alınmış kaşlar, allanmış yanaklar hep “teberrüc” cümlesindendir.

Imdi bütün bu durumlara göre:

Kadın, sesini kırıla döküle kullanmazsa, dış elbisesi dahi, müteberrüc olmazsa, dinleyenlere sürekli bakış imkânı sağlamakla fitneye (şehvetli bakışlara) sebep olmazsa, erkeklere hitap etmesi, konferans vermesi vb. caizdir denilebilir.

Ancak bir sürü erkeğin huzurunda, hem de genç bir kadının, göz göze, yüz yüze uzun süre konuşması halinde bu şartlar gerçekleşmiş olur mu?. Olsa bile bunu yapmaya ve yaptırmaya gerek var mıdır?. Bunu da ayrıca tartışmak gerekir. Şahsen ben ne mümkün olduğuna nede gerek bulunduğuna inanıyorum.

Şâir

Ahmed Sevkî’nin dediği gibi:

“Bir bakış, bir gülüş ve selamlaşma…Derken konuşma randevu ve buluşma.”

«Hicab; yani tesettür âyetleri, üç defada, üç mertebeyi natık olmak üzere nazil olmuştur.

Birincisi: (33:59) âyet-i kerimesiyle yüz lerini örtmekle mükellef oldular.

İkincisi: (33:53) âyet-i kerimesi muktezasınca irha-ı hicab (yani: perdeyi indirmek ve perde arkasında kalmak) ile emrolundu ki, harem ile selâmlığı ayırmak, yani evde kadınlarla erkeklerin yerlerini ayırmak de mektir.

Üçüncüsü: (24:31 ve 33:33) âyet-i kerimeleri mucibince, şer’î bir zaruret olmadıkça kadınların hanelerinden çıkmaları nehyolundu ki, bazı ümmehat-ı mü’ minîn,(mü’minlerin anneleri, Peygamberimizin a.s.m. aileleri) vücudlarının karaltısını bile gös termekten sakınırlardı.» (S.B.M. ci:1, sh:140, 120. hadisin izahından).

Mezkûr (33:53) âyetinin tefsirinde şöyle denili yor: «Bu âyetten sonra harem farz kılınmıştır ki; o za mana kadar Arab’da âdet değildi. (Harem usûlü) hem erkeklerin hem kadınların kalbleri için daha ziyade temizliktir. Yani şeytanî hatıralardan, vesveselerden uzaklaşılır, iffet ve ismet (günahsızlık, günah işle meme) hisleri daha ziyade yükselir; edeb, nezahet, takva,(günahsızlık, günah işlememe, günahlardan kaçarak Allah rızâsına uyan hayırlı amel) ihtiram artar.» (Elmalılı Tefsiri 3921)

Kur’an(Ahzab Suresi 33:59) âyetinde geçen “cilbab”, baştan aşağı örten çarşaf, ferace, car gibi dış kisvesinin adıdır. …Çarşaf ve peçe demektir.(Elmalılı Tefsiri 3927)

Müfessir ve imamlar, âyette geçen cilbabı, ekseriyetle böyle beyan ederler. Bu cilbabda süslü biçimler ve güzel görünmek için süslemelerin şeriatça yapılmaması gerekiyor.

Malum olduğu üzere bütün şekiller ve renkler göz için; göz dahi şekiller ve renkleri görüp idrak etmek ve alâka duymak içindir. Eğer görme olmazsa, şekiller ve renkler, insan için gayb âleminden sayılırdı.

Bu hakikata binaen kadın, vücudunu örttüğü cilbabında tezeyyüne (güzel görünmeye) müteallik şekiller ve renkler bulunması, kendisine bakanların hissî dikkatlerini ve alâkalarını çekmeye vesile olduğundan şeriatça bunlar caiz görülmemiştir.

Ezcümle: Muhammed Ali Es-Sabûnî’nin Revai-ül Beyan Tefsir-ü âyât-il ahkâm minel Kur’an tefsirinin 2. ci. 373, 388. sayfalarında tesettüre ait mes’eleleri beyan ederken (şer’î hicabın şartları) bahsinde burada özetle aldığımız şu şartları sayar:

«Evvelen: Örtünün bütün vücudun her tarafını örtmesi…

Saniyen: Hicabın şeffaf olmaması ve vücud hatlarını belli etmemesi…

Salisen: Hicabın kendisinde zinet için şekiller ve renkler olmaması…

Rabian: Bol olması, vücud yapısını belli etmemesi…

Hamisen: Koku sürünmüş olmaması…

Sadisen: Erkek kisvesi şeklinde olmaması…

Bir rivayette de şöyle buyurulur:

“Cilbabları ile örtünsünler” emri nazil olunca, Ensar kadınları baştan aşağı cilbablarına bürünmüş olarakçıktılar.» (Tac Tercemesi, ci:3 hadis:564)

Yukarıda ifade edildiği gibi cilbab, kadının giydiği elbisenin dışından yukarıdan aşağıya sarkıtılarak örtündüğü ve bütün vücudu kaplayan örtü ve kisvedir ki, mahremlerine karşı değil, namahremlere karşı yeis (çocukluk) devresine kadar örtün meye mecburdur. Yeis devresinden sonra ise, tavsiye edilmiştir. (Kur’an 24:60)

Fakat fitne veya fitne ihtimali varsa yeis (çocuk) halinden yani, çocuktan kesilme devresinden sonra da cilbabı örtünmek lâzımdır. Fitnesiz İslâm cemiyetinde, me’yusiyet devresine giren kadının cilbabını örtünmesi mezkûr âyette tavsiye derecesine indirilmesinden de anlaşılıyor ki me’yusi yet öncesinde cilbabın örtülmesi tavsiye derecesinin üstündedir. Yani farz dır.

Ehl-i tefsirin, tesettürün keyfiyeti hususunda muhtelif akvalleri yani sözleri ve hükümleri vardır:

İbn-i Cerir-i Taberi, İbn-i Sirin’den şöyle dediğini rivayet etmiştir. İbn-i Sirin demiştir ki:

«Ubeyd-es Selmanî’den cilbablarını üzerlerine örtsünler mealin deki âyet hakkında sordum. Hicabın şeklini şöyle tarif etti:”Üzerindeki milhafeyi (car ve çarşaf dedikleri kaftanı) kaldırıp, onunla -baştan aşağıya kadar- bütün vücudunu örttü. Ve çarşafla bütün başını, ta kaşlarına kadar kapattı ve yüzünü de örttü. Yalnız yüzünün sol tarafındaki yerden sol gözünü tek açık bıraktı.” (Taberi Tefsiri, Hazin, Cemel).

Yine İbn-i Cerir, Ebu Hayyan, Hz. İbn-i Abbas (R.A.) dan şöyle dediğini ri va yet ediyorlar:

«Kadın cilbabını cebin denilen yüz cebhesinin her iki tarafına kadar getirip kapatır. Bağlıyarak ondan sonra örtüsünü burnu üzerine atar. Her ne kadar iki gözü açık kalsa dahi. Fakat boynunu, göğsünü ve yüzünün büyük çoğunluğunu (yani, gözleri açık kalabileceğinden dolayı yüzünün hepsini denmeyip ekserisini demiş) örter.» (Bahr-ül Muhit cilt:7, sh: 250)

«Yüz avret değildir, açık kalabilir diyen âlimler, şu şartla demişler: Eğer fitneyi (şehveti) uyandıracak boya vesaire gibi, yüzün zinet maksadıyla kullanılan bir şey mevcud değilse ve fitneden de emniyeti varsa (meselâ pir-i fani olmuş bir kadın gibi), işte bu halette yüzünü açabilir. Yoksa fitne ihtimali olduğu takdirde bil’ittifak kadın yüzünü açık bırakması haram dır.»(Bak: Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkıhı sh: 260)

«İslâm cemiyetlerinde gayr-ı müslim kadınlar her ne kadar tesettür-ü şer’î ile mükellef değillerse de fakat hayat-ı içti maiyeyi ifsad edecek hareketlerde bulun maktan men’ edilirler… Hayat-ı içti maiyeyi fitne ve fücur dan muhafaza etmek için İslâmiyetin âdab-ı içtimaiyesi, müslim, gayr-ı müslim herkese tatbik edilir ve bu vazife devlet tarafından icra olunur.» (Taberi Tefsiri, Ahzab/33. âyetinin tefsirinden telhisen)

İhticab ve mesturiyetin yani, “perdelenme ve örtünmenin” nev’i ikidir.

Biri: Hane içinde ihticabdır ki, kadın kısmı evi içinde zevcinin ve mahremleri nin gay riye muhalit (yani beraber ve bi rarada) olmamak ve görünmemektir.

Diğeri: Hane dışında ihticabdır ki, kimseye görünmemek üzere yüzünü ve baş tan aşağıya kadar bütün endamını (vücudunu) ve hatta libasını (yani evde giydiği elbisesini) örtmek ve gizlemektir. Bunun zıddına tekeşşüf (açılma) ve bu nun da ifratına tebezzül (yani, ayak altına düşmüş ve herkesin oyuncağı olmuş derecede kıymetsiz ve mübtezel olmak) tabir olunur.

Kadınlar tekeşşüften ve tebezzülden ve ricalin (erkeklerin) iştihalı gözlerine, dar örtülerle arz-ı endam etmekten memnu’durlar. Yüzlerini ve ellerini hatta ayak larını, namazda açık bulundurabilirler. Ve lâkin zaruret olmadıkça mahrem ol mıyana bunları (yani yüzlerini, ellerini ve ayaklarını) dahi gösteremezler. Sokakta yüz açmak ve libasın (yani evde giydiği elbisenin) kolunu veya eteğini örtüden (yani cilbabdan ve çarşaftan) çı­karmak, şeriatın emrine muhaliftir. İhticab (tam örtünmek) emr-i Kur’anîdir. Onda (örtünmede) tehavünün (yani, ör tünmede lâkaydlık ile hassasiyet göstermemenin) vebali büyüktür. Yüz na mahrem değildir tabiri, salât (namaz) hakkında olmaktan gayride galattır. (Yani: Yüz, namaz dışında örtülmelidir.)

Sure-i Celile-i Ahzab ile inen hicab (örtünme) âyetinde: Açık-saçıklık, nehiy (haram) ve kadınlar erkekle ihtilattan (karışık bulunmaktan) men’olunarak örtü altında siyanet kılındılar (yani, muhafaza altına alındılar). Zinetlerinden madud olan libasları (yani, süs eşyası kabul edilen evde giydikleri elbiseleri) dahi erkeklerden örtünmeye mecbur olarak (yani kadınlara emredilerek) bürgü ve çarşaf içinde bulundular ve yüzle rine peçe çekip yalnız gözlerini açık bulundurdular.» (Nimet-ül İslâm III. Kısım 71)

Cemiyette fitne veya fitne emareleri görüldüğü zaman, şeriat ruhsatı değil, azi meti esas alır. Meselâ Ömer Nasuhi Efendi, Büyük İslâm İlmihali’nde, kadınların tesettürü hakkında:

«Hürre (esir veya cariye olmayan müslüman hür kadın) olanların yüzleri ile ellerinden başka bütün bedenleri avrettir. Yüzleri ile elleri ise, ne na mazda, ne de bir fitne korkusu bulunmadıkça, namaz dışında avret de ğildir.» der.(Büyük İslâm İlmihali sh: 99)

Yani, fitne ihtimali ya da fitne varsa, yüz ve elin açılması yasaklanır. İşte Nimet-ül İslâm’dan alınan bir önceki parçada, bu şer’î kaidenin tatbikini gösterip yüz ve elleri de örtmeyi kaydediyor. Büyük İslâm İlmihali’nden alınan parçada ise, “fitne ihtimali” kay dınıkoymakla, bu mevzuda ikisi de “örtme” hükmünde birleşiyorlar.

Zamanımızda ise, “fitne ihtimali”nin en dehşetli derecede bulunduğu apaçık meydandadır.

Hasbel-icab (durum gereği olarak) taşraya çıkan kadında çarşaf olmayınca süfeha güruhu onları açık görüp tamaa düştükleri gibi şüpheli ve iffetini ihlal eden kadınlardan oldukları zannıyla arkalarına düşerek rahatsız edeceklerine binaen Cenab-ı Hak, kadınların çarşafa bürünüp mesture olmalarını emretmiş ve hikmeti de bürgülü olan kadının kim olduğu bilinmemekle suizandan ve süfehanın takibinden kur tulmaları olduğunu beyan etmiştir.

Hülasa, hatunların bürgü bürünmeleri vacib olduğu ve bürgülü olunca ecanibin o kadının kim olduğunu bilemediklerin den dolayı, taarruzdan vareste olup eza dan kurtuldukları ve hatunların mesture olmalarıyla fitne kapılarının kapanacağı, bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesinden dir.»(Hülasat-ül Beyan, ci:11, sh:4467-4470, Konyalı Mehmed Vehbi, Üçdal Neşriyat, İstanbul)

Yukarıdan buraya kadar beyan olunduğu üzere şer’î tesettürün hususiyetlerini taşıyan herhangi bir dış örtüsünü üzerine örtünmek Kur’ânın emrini yerine getirmeye kâfîdir.

Yani şer!î tesettür, çarşaf, ferace, ve câr denilen örtülere münhasır olmayıp, baştan aşağıya doğru sarkıtılarak bol, vücud hatlarını belli etmeyecek şekilde, bütün vücudu örten ve çeşitli renk ve süslemelerle câzip hali bulunmayan her hangi bir örtü “cilbab” vasfını taşır.

Bu vasfa uygun olarak malûm çarşaf, ümmetçe tasvib edilmiş ve uzun seneler pek çok bölgelerde yaygın olarak kullanılmış ve şeair vasfını kazanmıştır.

Şeair vasfı sebebiyle de ifsad cereyanları daha çok tesettüre düşman olup her vesileyle menfi propağandalarla tesettüre hücum ederler. Fırsat buldukça da bilfiil tecavüzler yaparlar ve yaptırırlar. Böyle vahşiyane teca­vüzler karşısında müslümanlar bu şer’î tesettüre ve tesettürlülere daha çok sahip çıkıyorlar ve çıkmalıdırlar.

http://mehmetselimpolat.blogcu.com/kadinlar-in-ortunmesi/7886765

Posted in AİLE, İSLAM | Etiketler: | 1 Comment »

İSLAMDA UMUMİ KAİDELER

Posted by MEHMET SELİM POLAT 29 Nisan 2010

UMÛMİ KAİDELER 

Haram olan şeylerin ve davranışların hepsine birden şâmil olan, hepsi için ayrı ayrı geçerli bulunan kaideler vardır; bunlar aşağıdaki maddelerde toplanabilir:
1 — Yasaklanmamış her şey mubah ve helâldir:
«Eşyada aslolan ibâhadır» şeklinde ifade edilen bu kaideye göre her hangi bir şey veya menfaati yasaklayan sahih nas bulunmaz veya bulunur da delâleti kafi olmazsa haram hükmü de bahis mevzuu olamaz. İslâm bilginleri bu kaideyi şu âyet ve hadislerden çıkarmışlardır:

«Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O’dur.» (el-Bakara: 2/29).
«Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir.» (el-Casiye: 45/13).
«Allah’ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size ihsan ettiğini görmez misiniz?» (Lukman: 31/20).

Selman el-Fârisî’den rivayet olunduğuna göre Resulullah (s.a.v.)’den, yağ, peynir ve yabani eşek etinin hükmü sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: «Helâl, Allah’ın kitabında helâl kıldığı, haram da Allah’ın kitabında haram kıldığıdır; hakkında birşey söylemedikleri ise sizin için affedip serbest bıraktıklarıdır. (Tirmizî, K. el-Libâs, 6; İbn Mâce, K. el-Et’ime, 60; Buhâri, K. et-Tefsîr, 99; Müslim, K. ez-Zekât, 24.).

Ve şöyle buyurmuştur: «Allah bazı şeyleri farz kılmıştır; bunları kaçırmayın, bazı sınırlar koymuştur; bunları da aşmayın, bazı şeyleri haram kılmıştır, bunları işlemeyin, unutmaktan değil, size olan rahmetinden dolayı bazı şeyler hakkında da birşey buyurmamıştır; bunları da soruşturmayın (Dârakutnî rivayet etmiş Nevevi de hasen olduğunu bildirmiştir.).

Bu âyet ve hadisler her şeyin insanlar için yaratılmış, onların istifadelerine sunulmuş olduğunu, haram, ve yasak olan şeylerin istisnai olduğunu ve bunların da hikmetleri, hususî sebepleri bulunduğunu, hakkında nass bulunmayan veya aynı illeti taşımayan şeylerin haram olmadığını ifade etmektedir. Câbir (r.a.)’ın şu ifadesi de bu kaideyi teyid etmektedir: «Kur’an-ı Kerim nazil olurken biz azil yapardık (çocuk olmasın diye korunurduk), eğer yasaklanacak birşey olsaydı Kur’an onu yasaklardı.» (Buhâri, K. en-Nikâh, 96; Müslim, K. et-Talâk, 26.).

Hakkında nass olmayan her şey ve hareketin mubah oluşu ibadetlere şâmil değildir. Bu kaideye dayanılarak, her mükellef, kendi uydurduğu ve istediği şekilde Allah’a ibadet edemez; çünkü Allah Teâlâ’ya nasıl ibâdet edileceği, O’nun hoşnutluğunun nasıl kazanılacağı akıl vâsıtasıyle bilinemez; bu mevzuda ilâhi beyana ihtiyaç vardır; şu halde «Allah’a ve yalnız Allah’a O’nun öğrettiği şekilde ibâdet edilebilir.»

2 — Helâl ve haram kılan yalnız Allah’tır:
Sıfat ve mevkileri ne olursa olsun hiçbir kulun haram ve helâl kılma selâhiyeti yoktur; bu selâhiyet yalnızca Allah Teâlâ’ya mahsustur. Peygamberlerin bu mevzûdaki ifadeleri Allah’ın iradesini ve hükmünü kullarına bildirmek ve açıklamaktan ibarettir.

İslâma girmeden önce hıristiyan olan Adiy b. Hatim Peygamberimiz’e (s.a.v.) gelmiş. O’nun «Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Nesîh’i rab bildiler…» (et-Tevbe: 9/31) mealindeki ayeti okuduğunu işitince: «Ya Rasûlellah! Onlar bunlara ibadet etmediler» demiş, Rasul-i Ekrem de şu cevabı vermiştir: «Evet, dediğin doğrudur; ancak bunlar onlara helâli haram kılmış, haramı da helâl kılmışlar, onlar da bunları uygulamışlardır; işte onların bunlara ibadeti bundan ibarettir.» (Tirmizi. Tefsiru-sûret, 9, 10).

Bu ayetin tefsirinde Resulullah’ın şöyle buyurduğu da rivayet edilmiştir: «Bunlar onlara ibadet etmediler; fakat onlar bunlara bir şeyi helâl kıldıklarında bunu helâl, haram kıldıklarını da ise haram biliyorlardı.»
Bir başka âyetin meali şöyledir: «Diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye «şu haram, bu helâldir» demeyin, zira Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz…» (en-Nahl: 16/116).

Bu sebepledir ki selef âlimleri, hakkında kesin nass bulunmayan şeyler için «haram demekten kaçınır, «mekruh, sevimsiz, hoş değil…» gibi ifadeler kullanmayı tercih ederlerdi. (eş-Şâfii. el-Umm. C. VII, s. 320; H. Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, Ank. 1975. s. 92.).

3 — Harama muhtaç etmeyecek kadar helâl vardır:
İslâm, insanların ruh ve bedenleri için faydalı olan, ihtiyaç duyulan hiçbir şeyi haram kılmamıştır, haram kıldıkları ya sırf zarar, yahut da —alkollü içkiler gibi— zararı faydasından çok olan şeylerdir. (el-Kakara: 2/219.) Allah Teâlâ dileseydi insanların muhtaç olduğu bazı şeyleri de haram kılabilirdi. Çünki mülk yalnızca O’nundur; kulun Rabb’ine itiraz hakkı olamaz. Anca O, rahmetinin bir eseri olarak zararlı olanı haram kılmış ve onun yerini tutan, ona muhtaç etmeyen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılmıştır.

Bu cümleden olarak:
Ok çekip fal bakmayı haram kılmış, bunun yerine istihare duasını koymuştur.
Faizi yasaklamış, bunun yerine kazanç getiren ticâreti koymuştur.
Erkeklere ipeği haram kılmış, bunun yerine keten, yün ve pamuk nevinden elbiseler vermiştir.
Pis ve zararlı yiyecek ve içecekleri haram kılmış, bunların yerini sayısız temiz, leziz ve faydalı yiyecek ve içeceklerle doldurmuştur…

4 — Harama götüren herşey haramdır.
Kötü ve zararlı birşeyi önlemenin en makul ve kesin yolu, sebepleri ortadan kaldırmak, vâsıtaları yok etmektir. İşte İslâmın haram mevzuunda tuttuğu yol da budur. Meselâ zinayı haram kılmıştır. Maksat zina suçunun meydana gelmesi ve suçlunun hanım işlediği için ceza görmesi değil, suçun işlenmemesidir. Bunun için de yalnız ceza kâfi değildir; suça iten sebeplere inmek gerekir. Bundan dolayı İslâmda bir taraftan evlenme kolay, boşanma mümkün kılınmış, diğer yandan aşırı açıklık, saçıklık, başbaşa bulunma, müstehcen, tahrik edici resim ve müzik, gereksiz beraberlik… yasaklanmış, haram kılınmıştır.

5 — Haram konusunda hile de haramdır.
Bir yolunu bularak, kitabına uydurarak veya ismini değiştirerek haramı işlemek, sorumluluğu kaldırmaz; aksine bu yollar ve çareler de haramdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): «Ümmetimden bir gurup başka bir isim koyarak şarabı helâl sayacaktır.» (Buhârî. K. el-Eşribe, 6; Ebû-Dâvûd, K. el-Eşribe, 6.) buyruğu ile buna işaret etmiştir. Müstehcen gösteri, eser ve hareketlere «san’at», faize «sermaye kârı» demek bunları helâl kılmaz.

6 — İyi niyet haramı meşru kılmaz:
İslâm’da niyete büyük önem ve değer verilmiş, «ameller ancak niyetlerle değerlenir» (Buhârî. K. Bed’i’l-Vahy, l, el-İman, 41; Müslim, K. el-İmârah, 155.) buyurulmuştur. İbâdetlerin makbul ve muteber olması niyete bağlı bulunduğu gibi, alelade ve tabii işlerin ibâdet sayılması da niyetle mümkün olmaktadır. Helâl yoldan rızık kazanmak niyetiyle çalışmak, harama karşı nefsi dizginlemek maksadiyle eşi ile birleşmek —bu niyetler sebebiyle— ibâdet sayılmaktadır. (Niyet hadisi hakkında, Ayni ve Askalâni şerhlerindeki açıklamalar.) Bütün bunların yanında İslâmın bir prensibi daha vardır: «Vâsıtalar da gaye gibi meşru olacaktır.» Maksada ulaşmak için her vâsıtayı caiz gören makyevelist görüşü İslâm kabul etmemiştir. Bunun tabii neticesi: iyi niyetle güzel bir netice elde etmek için de olsa haram işlemenin caiz olmamasıdır. Cami yapmak, hayır müessesesi vücuda getirmek için kumar oynamak, hırsızlık ve faizcilik yapmak… tecviz edilmemiştir.

Peygamberimiz :
«Allah iyi ve temizdir; ancak temizi (helâli) kabul eder, Allah Peygamberlerine emrettiğini müminlere de emretmiştir. Ve «Ey Peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyiniz ve iyi işler yapınız; şüphesiz ben ne yaptığınızı bilmekteyim.» (el-Mü’minûn: 51) buyurduğu gibi, «Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimden helâl ve temiz olanları yiyiniz.» (el-Bakara: 2/172) de buyurmuştur…» dedikten sonra «aylarca yolculuk yapan, saçı-başı dağınık, toz-toprak içinde ellerini semaya kaldırıp: «Ya Rab! Ya Rab!» diyen, halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram olan, haram ile gıdalanmış bulunan adamın (hacı adayının) durumunu dile getirerek: «Bunun duası nasıl kabul olunacak?» diyen Peygamberimiz (s.a.v.) bu ifadeleriyle yukarıdaki prensibe ışık tutmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned; el-Münzirî, et-Tergib ve’t-Terhib, el-Kesb bölümünün başı.).

«Haramdan mal kazanmış hiçbir kul yoktur ki bununla yaptığı tasadduk kabul edilsin ve nafaka harcamalarına bereket verilsin! Geride bıraktığı da yalnızca cehenneme yolculuğunda ona azık olur. Şüphesiz Allah Teâlâ kötüyü kötü ile silmez, aksine kötüyü iyi ile siler; nitekim pis de pis olanı temizleyemez.» hadisi de aynı hükmü teyid etmektedir. (Aynı eserler, aynı yer.)

7 — Haram şüphesinden kaçınmak:
İslâmın haram ve helâl kıldığı şeyler apaçık ortadadır. Haram ile helâl arasında bir de şüpheli sâha vardır. Ya nassların sübut ve delâlet cihetinden değerlendirilmesi, yahut da bir nassın bir şeye veya vakıaya uygulanması sırasında insanların zihinlerinde bazı şüpheli noktalar kalabilir. Takva, kişinin bu durumlarda şüpheliden uzak durmasını ve ihtiyata riâyet eylemesini gerektirir. Aşağıdaki hadis bu mevzuda bir düstûr mahiyetindedir.
«Helâl apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bunların arasında, halktan birçoğunun, helâl mi, haramı mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak için bunları yapmıyan selâmettedir. Bunlardan bazısını yapan kimse ise haram işlemeye çok yaklaşmış olur; nitekim korunun etrafında (hayvanlarını) otlatan kimse de koruya dalma tehlikesi ile burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir korusu vardır; Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. (Buhârî, K. el-Büyû’, 2; Müslim, K. el-Müsâkat, 107; Tirmizî, K. el-Büyû’, 1. Buradaki rivayet şekli Tirmizi’den alınmıştır.)

8 — Zaruretler haramı mubah kılar:
Haram dairesini oldukça dar tutan İslâm, hayatın beklenmeyen, tabii ve devamlı olmayan olayları, sıkıntıları ve icbarları karşısında bu çerçevenin de zorlanabileceğini nazar-ı itibâre almıştır. Kullarına daima kolaylık gösteren Mevlâ, başı darda kalan, başka çare bulamayan müslümana, ölçüyü kaçırmamak üzere haramı yeme ve işleme ruhsatı vermiştir.

Boğazlanmadan ölmüş hayvan, kan, domuz gibi haram yiyecekleri zikrettikçe dört surede tekrarlanan «…istek göstermeksizin ve ölçüyü kaçırmaksızın başı darda kalan kimse üzerine günah yoktur; şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir.» âyeti (el-Bakâra: 2/173; el-Mâide: 5/3; el-En’âm: 6/145; en-Nahl: 16/115.) bu esası vazetmektedir. («İslâm hukukunda Zaruret Hail» isimli bir makalade bu mevzu etraflı bir şekilde incelenmiştir. Bak. H. Karaman, İslâmın ışığında Günün Mes’eleleri, İst. 1978, s.)

9 — Haram, İslâm Ülkesi dışında da haramdır:
Bazı muamele ve şeylerde haram-helâl hükmünün, İslâm ülkesi ile alâkası bulunup bulunmadığı, faiz, kumar gibi bazı fâsid muamele ve yasak fiillerin, İslâm ülkesi dışında caiz olup olmadığı üzerinde durulmuştur.
Bu konuda sıhhatli bir hükme varabilmek için öncelikle şu soruların cevaplandırılması gerekecektir:
a) İslâm ülkesi neresidir?
b) İslâm ülkesi hangi hallerde harb ve küfür ülkesine dönüşür.
c) Harb ve küfür ülkesinde faiz ve kumar gibi şeyler müslümanlar arasında mı, yoksa müslüman ile kâfir arasında mı caizdir?
Fazla teferruata girmeden bu sorulara cevap vererek neticeye varmaya çalışalım:
a) Daha önce «İslâm ülkesi» olmamış, öteden beri müslüman olmayan milletlerin hâkim olageldikleri bir ülkenin, yahut da İslâm ülkesi vasfını aldıktan sonra bu vasfı kaybetmiş bulunan bir ülkenin İslâm ülkesine dönüşebilmesi için iki kriter üzerinde durulmuştur: Bazı İslâm hukukçularına göre «idare ve hâkimiyet» müslümanların eline geçecektir; diğerlerine göre ise ülkede «İslâmî düzen» hâkim olacaktır.
b) Bir kere İslâm ülkesi vasfını kazanmış bulunan bir ülkenin bu vasfını kaybetmesi için getirilen kriterler —yeniden kazanmaya göre— farklıdır. Bilhassa Moğol istilâsından sonra İslâm hukuk âlimleri bu mesele üzerine eğilmişlerdir. Vardıkları neticeyi, hanefi ulemâsından Muhammed b. Muhammed el-Bezzâz el-Kerderî (v. 827/1424) nin el-Fetâvâ el-Bezzâziyye’sinden özetleyerek nakledelim (Bulak, 1310, C. VI, s. 310-312):

«Bugün kâfirlerin elinde olan (eski İslâm) ülkeler şüphesiz İslâm ülkeleridir… Kâfir idarecilerin idaresi altında bulunan memleketlerde cuma ve bayram namazlarını kılmak caizdir… Kabul edilmiştir ki illetin (hükmün dayanağı olan vasfın) bir parçası kaldıkça ona dayalı olan hüküm de kalır. Bu ülkelerin Moğol istilâsından önce İslâm ülkeleri olduğuna ihtilafsız olarak hükmetmiştik. Onların hâkim olmalarından sonra da ezan, cuma ve cemâatle namazın açıkça yapılması, şer’in (İslâmın) gerektirdiği şekilde fetva vermek, hükmetmek ve öğretim yapmak, onların idarecilerinin itirazı olmadan yaygın bir şekilde yürütülmektedir. Bu ülkelere harb ülkesi (dâru’l-harb) demenin mesnedi ve delili yoktur. Halvânî (r.h.) şöyle demiştir. İslâm ülkesi ancak küfür ahkâmının yürütülmesi, İslâmın hiçbir hükmü ile hükm edilmemesi, yerin harb ülkesine bitişik olması, orada hiçbir müslüman ve zimminin —iman etmek veya zimmî olmayı kabullenmekle elde ettikleri ilk can, mal, namus…— güvenliğine sahip olamaması halinde harb ülkesine dönüşür. Bu şartların hepsi birden bulunursa dâru’l-harb olur. Delil ve şartlar birbirine karşı gelir, çelişirse, ihtiyaten İslâm yönü ağır basar; yani İslâm ülkesi olarak kabul edilir…

c) Bir ülkenin İslâm ülkesi olmadığına, harb ve küfür ülkesi vasfını taşıdığına kesin olarak hükmedilirse orada yaşayan müslümanların iman, ibâdet ve ahlâk hayatlarında, haram-helâl açısından bir değişiklik olmaz; bunlar ile İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar arasında —bu bakımlardan— bir fark yoktur. Harb ülkesinde işlenen suçların şer’i cezalarının aynı yerde verilip verilmeyeceği ihtilaflıdır. Bizim konumuz olan muamele ve eşyada haram-helâle gelince :
İmam Ebû-Hanife ve Muhammed’e göre kâfirin malı, küfür ülkesinde (dâru’l-harbde) dokunulmaz (ma’sûm) bulunmadığından faizli alış-veriş caizdir. Onlara göre bu bir akit değil, mubah olan bir mala, sahibi olan kâfirin rızası ile ve aradaki ahde riâyetsizlik etmeden el koymaktır. Şu halde o ülke kanunlarının izin verdiği ve anlaşmalara aykırı olmayan bu gibi muameleler caizdir.

Ebû-Yûsüf, Mâlik, Şâfi’i ve Ahmed b. Hanbel’e göre bu da caiz değildir. Müslüman dâru’l-harbde de olsa kâfir ile faizli alış-veriş yapamaz. (H. Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, s. 274 vd.; İbn Âbldln, ag. esr.. C. IV, s. 195.)
Harb ve küfür ülkesinde bulunan iki müslümanın karşılıklı olarak faizli alış-veriş yapmaları ve diğer fâsid (gayr-i meşru) muameleleri, bütün müctehidlere göre haramdır, caiz değildir. (el-Kasanî. Bedâyi’, C. V, s. 192 (son satır).)

Bu kaideye pratik bir örnek vermek gerekirse şöyle diyebiliriz: Müslümanların Türkiye’de faiz yemeleri İslama göre caiz değildir; çünkü bu ülkeye kesin olarak dâru’l-harb denemeyeceğini yukarıda naklettiğimiz ifadeler göstermektedir. Müslümanlar Almanya ve benzeri ülkelerde de faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da hissesi vardır; bankalarda müslümanların da paraları vardır, faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. Mevduat sahiplerinin bu faizleri ne yapacakları bu kitabın son bölümünde açıklanmıştır. Kâfirlerin istilâsı altında bulunan İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanların yapmaları gereken husus, bu ülkeleri dâru’l-harb sayarak faiz yemek değil, yeniden müslümanların hâkimiyetini sağlamak için çaba göstermektir.

Posted in 1, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

SÜNNİ ve ŞİİLERE GÖRE,KUR’AN ve SÜNNET

Posted by MEHMET SELİM POLAT 24 Mart 2010

KUR’AN-I KERİM

Ehli Sünnet’e Göre:

Ehil Sünnet Kur’an’ın sıhhatine, ziyade ve noksan olmadığına ittifak etmiştir. Kur’an Arap dili kural ve usullerine uygun olarak anlaşılır. Ehli Sünnet Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna, hadis ve mahluk olmadığına, içinde batıl bir şeyin bulunmadığına ve müslümanların inanç ve muamelatta ilk kaynağının Kur’an olduğuna inanırlar.

Şiiler’e Göre:

Bazılarına göre Kur’an sıhhatli değildir Kur’an Şii inançlarından herhangi biriyle çatıştığında mezheplerine uygun garip teviller yaparlar. Bu yüzden bunlara “Müteevvile” ismi verilmiştir. Daima Kur’an toplanırken ortaya çıkan ihtilafa işaret etmeyi severler. Kendi imamlarının sözleri onlara göre güvenilen teşri kaynağıdır.

HADİS

Ehli Sünnet’e Göre:

Şeriatta ikinci kaynak ve Kur’an’ı açıklayıcı mahiyettedir Peygamber (SAV)’den sahih olarak gelen herhangi bir hadise muhalefet etmek caiz değildir. Hadislerin sahih olduğunu anlamak İslam Ümmeti alimlerinin Hadis Usulü hususunda ittifak ettiği kurallara dayanır.

Bunun yolu da senedin tahkikidir. Kadın ve erkek ayırdedilmeksizin adil şahısların şehadetiyle güvenilir olup olmadıkları incelenir. Her hadis rivayet edenin belli bir tarihi, rivayet ettiği hadislerin sahih olup olmadığı tespit edilmiştir. Yalancıdan, meçhul şahıslardan sadece akrabalık vasfıyla hadis kabul edilmez. Çünkü hadis rivayeti her türlü itibarın üzerinde büyük bir emanettir.

Şiiler’e Göre:

Resulullah (SAV)’ın ehli beytine nisbet edilen ve siyasi savaşlarında Hz. Ali’nin yanında bulunanların rivayet ettiği hadislerden başkasını kabul etmezler Hadislerin kabulünde sahih olup olmadığına, senedine ve ilmi metoda ehemmiyet vermezler. Çok defa meçhul şahıslardan rivayet ederler ve derler ki : Muhammed b. İsmail’den .o da ashabımızdan birinden, o da bir adamdan rivayet etti ki şöyle dedi…” Kitapları sıhhatinin ispatı mümkün olmayan on binlerce hadisle doludur. Ve bu hadisler üzerinde dinlerini bina etmişlerdir ” Bu tutumlarıyla Sünnet-i Nebeviye’nin dörtte üçünden fazlasını inkar etmişlerdir. Bu nokta Şiiler’in diğer müslümanlardan ayrıldığı en mühim noktadır.

SAHABE

Ehli Sünnet’e Göre:

Ehli Sünnet sahabeye hürmet edilmesi ve onlardan razı olduklarına ittifak etmişlerdir. Çıkan anlaşmazlıklar samimi olarak yaptıkları ictihad kabilindendir. Ve o ortam geçmiştir. Onların anlaşmazlıklarını ele alarak nesiller boyu kin beslemek caiz değildir, Zira sahabileri Allahu Teala hayırla zikretmiş çok yerde methetmiş ve bazılarını tahdit ederek beraatlarını beyan etmiştir. Bu sebepten de kimsenin onları itham etmesi helal olmaz ve bunda kimsenin de bir menfaati yoktur.

Şiiler’e Göre:

Resulullah’tan sonra parmak sayısını aşmayacak kadar az bir topluluğun dışında bütün sahabenin kafir olduğuna inanırlar Hz Ali’ye çok özel bir makam verirler. Bazıları vasi, bazıları peygamber bazıları da ilah mertebesinde olduğuna inanırlar Sonra da kalkar müslümanlar hakkında Hz. Ali hususunda inançlarına göre hüküm verirler. Hz. Ali’den önce halife seçilenler ya zalim veya kafirdir. Hz. Ali’ye fikrinde muhalefet eden zalim veya kafir veyahut da fasıktır. Hz. Ali’nin zurriyetinden gelenlere muhalefet etmek de böyledir. Böylece tarihte nesiller boyu devam eden bir düşmanlık ve iftira kapısı açtılar Şii’lik bu öğretilerle devam eden tarihi bir ekol haline geldi.

TEVHİD (ALLAH’I BİRLEME) İNANCI

Ehli Sünnet’e Göre:

Allah’ın bir olduğuna, ortağı, benzeri olmadığına ,kul ile Allah arasında vasıta bulunmadığına iman ederler. Sıfat hususundaki ayetlere tevil, inkar ve teşbih yapmaksızın inanırlar. Allah dini tebliğ için peygamberler göndermiştir. Onlar da dini tebliğ etmişler hiçbir şeyi gizlememişlerdir. Gaybı sadece Allah’ın bildiğine inanırlar. Şefaatin Allah’ın izni şartına bağlı olduğuna, duanın, adağın ve kurbanın sadece Allah için olacağına, Allah’-dan başkasına caiz olmadığına inanırlar. Hayır ve şerrin Allah’ın mülkünde olduğuna, Allah’tan başkasının diri olsun ölü olsun kainatta tasarruf ve yetkisinin olmadığına, herkesin Allah’ın fadl ve rahmetine muhtaç olduğuna inanırlar. Allah’ı bilmek ise akıldan önce Şeriat ve Allah’ın ayetleriyle olacağına inanırlar. Her zaman hakkı bulması mümkün olmayan aklıyla insan imanını kuvvetlendirir.

Şiiler’e Göre:

Allah’ın birliğine iman ederler fakat bu inancı bazı şirke götüren tutumlarıyla bulandırırlar Allah’tan başkalarına, kullara dua eder onlardan isterler ve “Ya Ali, Ya Hüseyin, Ya Zeyneb” derler. Allah’tan başkasına kurban keserler ve adak adarlar Ölülerden ihtiyaçlarının giderilmesini isterler Kendilerince malum duaları vardır. Bu dualarla ibadet ederler imamlarının masum olduğuna ve gaybı bildiklerine inanırlar, imamlarının kainatı idare ettiklerine inanırlar. Bu batıl inançlarını bina etmek için de kendilerine göre bir tasavvuf yolu icad ederler. Evliyanın, kutupların ve Ehli beytin (Allah’ın kudretinin dışında) hususi güç ve kuvvetlerinin olduğuna inanırlar. Dinde imtiyazlı bir tabaka olduğunu yayarlar ve bu imtiyazın veraset yoluyla oğullarına geçtiğini öğretirler. Allah’ı bilmenin akıl ile olduğuna Kur’an ayetlerinin aklın te’kidi mahiyetinde olduğuna. Kur’an’ın yeni şey getirmediğine inanırlar. Onlara göre Kur’an aklın eriştiği marifeti kuvvetlendirir.

RÛYETULLAH (ALLAH’I GÖRMEK)

Ehli Sünnet’e Göre:

Ahirette görmek mümkündür. Zira Kur’an’da : “O günde bazı yüzler parlaktır (çünkü) Rablerine bakmaktadırlar” buyurulmaktadır. (Ayrıca bu hususta sarih hadisler vardır).

Şiiler’e Göre:

Ne dünyada ne de ahırette görmek mümkün değildir

GAYB

Ehli Sünnet’e Göre:

Gaybı Allah’tan başkası bilemez. Allah gaybı kendisine has kılmıştır Ancak başta Hz. Muhammed olmak üzere peygamberlerine gayba ait bazı şeyleri bildirir. “Dilediğinden başka onun ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar.”

Şiiler’e Göre:

Gaybı bilmenin sadece kendi imamlarının hakkı olduğuna inanırlar (Gaybtan haber vermek Peygamberin hakkı değildir) Bu sebepden bazıları imamlarına ilahlık nisbet etmektedirler.

RÂSULULLAH’IN ÂLİ (EHLİ BEYTİ. TABİLERİ)

Ehli Sünnet’e Göre:

(En sahih kavle göre) İslam dini üzerine kendine tabi olanlardır. Bir rivayette Ümmetin en muttaki olanlarıdır. Başka bir rivayete göre de Beni Haşim ve Beni Abdul-Muttalip’ten mü’min olan akrabalarıdır.

Şiiler’e Göre:

Sadece damadı Alı ve onun bazı çocuklarıdır. Sonra onların oğulları, daha sonra da torunlarıdır.

ŞERİAT VE HAKİKAT

Ehli Sünnet’e Göre:

Şeriat, hakikattir; hakikat, şeriattır. Resulullah ümmetinden hiçbir şeyi gizlememiştir. Bütün hayırları göstermiş ve tüm serlerden sakındırmıştır. Cenabı Hak “Bugün size dininizi tamamladım.” buyurmuştur. Dinin kaynakları Kur’an ve Sünnet’tir. Tamamlayıcı başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Amel, ibadet ve Allah’a kavuşmanın yolu vasıtasız olarak açıktır. Kulların hakikatini sadece Allah bilir. Peygamberden başka her şahsın sözü alınır veya reddedilir. Çünkü Peygamber masumdur.

Şiiler’e Göre:

Şeriat Peygamberin getirdiği ahkamdır. Ve sadece avam tabakası ile satıhcıları ilgilendirir. Halbuki Hakikat veya ilmi Hası Ehli Beyt’in imamlarından başkası bilemez. Onlar Hakikat ilmini veraset yoluyla nesilden nesile elde ederler Ve onların nezdinde sır olarak kalır imamlar hatadan masumdurlar ve amellerinin hepsi dindir. Onların her tasarrufu caizdir. Allah’a kavuşmak vasıtasız (imamlar olmaksızın) tamam olmaz. Bu yüzden kendilerine verdikleri isim ve lakaplarda ileri giderek “Veliyyullah. Babullah. Hüccetullah. Ayetullah EI-Masum vs.” gibi isimler verirler

FIKIH (HUKUK)

Ehli Sünnet’e Göre:

Ehli Sünnet Kur’an ahkamına bütün dikkatleriyle inceden inceye bağlıdırlar. Kur’an ahkamını Peygamber’in sünneti açıklar. Resulullah’ın söz ve fiillerinden sonra sahabenin ve güvenilir (sika) tabiilerin sözleri de büyük ehemmiyet kesbeder. Çünkü bu tabaka Resulullah’a zaman bakımından insanların en yakınları ve ona en bağlılarıdır. Allah bu dini tamamladıktan sonra hiç kimsenin yeni ahkam getirmeye hakkı yoktur. Fakat tafsilatın anlaşılmasında ve yeni meselelerin çözümünde İslam alimleri Kur’an ve Sünnet’in ışığı altında gayret sarf ederler. Yoksa kendiliklerinden yeni şeyler getiremezler. Mutlaka ayet veya hadise dayanması gerekir.

Şiiler’e Göre:

Hukukta kendi imamlarına nispet ettikleri kendi kaynaklarına dayanırlar Kur’an ayetlerini Ümmet-i Muhammed’in galibiyetine muhalif olarak tevil ederler ve hukukta bunlara dayanırlar. Müctehid ve masum imamlarının yeni hükümler ihdas etme hakkı olduğuna inanırlar Aşağıdaki hususlarda Şii imamları yeni ahkam getirmişlerdir:

  1. – Ezan, namaz vakitleri, namazın heyet ve keyfiyeti.
  2. – Oruç vakitleri, orucu açma zamanı.
  3. – Hac ve ziyaret işleri.
  4. – Zekat meseleleri ve sarf olunacak yerler
  5. – Miras

Ehli sünnete muhalefet etmeye son derece dikkat ederler ve anlaşmazlık dairesini genişletmeye özen gösterirler.

VELA (BAĞLILIK)

Ehli Sünnet’e Göre:

Vela tam bağlılık demektir. Ehli Sünnet “Resul’e itaat eden Allah’a itaat etmiştir” ayeti gereğince Resulullah’tan başkasına vela göstermezler. Resulullah’ın dışında kalan her kese Şeriat kaidelerinin hükmüne göre bağlanırlar. Çünkü Allah’a isyanda kula itaat yoktur.

Şiiler’e Göre:

Velayı imanın rükünlerinden biri olarak kabul ederler Onlara göre vela : Oniki imamı tasdik etmektir. Ehli beyte bu anlayış içinde vela göstermeyen onlara göre iman vasfıyla vasıflanamaz Arkasında namaz kılınmaz. Farz zekattan kendisine verilmez Ancak kafirlere de verilen adi sadakalardan verilebilir.

TAKIYYE: (İNSANIN KORKUDAN İNANDIĞININ AKSİNİ SÖYLEMESİ VEYA ÖYLE GÖRÜNMESİ)

Ehli Sünnet’e Göre:

Ehli sünnete göre bir müslümanın diğer Müslümanları sözüyle veya fiiliyle kandırması, aldatması caiz değildir. Çünkü Resulullah “Aldatan bizden değildir” buyurmuştur. Takıyye din düşmanı kafirlerden başkasına yapılamaz caiz değildir. Bu da sadece harp esnasında olur. Çünkü harp hiledir. Müslümanın hak hususunda cesur ve doğru sözlü olması, riyakar, yalancı ve sahtekar olmaması tam tersine iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi gerekir.

Şiiler’e Göre:

Takıyye Şiiler’in bütün fırkalarında mezheplerinin gereği olarak kabul edilen bir farzdır. Takıyye usulünü gizli ve açık olarak öğreniyorlar ve onunla amel ediyorlar. Özellikle de kötü şartlarda. Bu durumlarda kendilerine göre öldürülmeyi hak etmiş kimseleri medih ve senada mübalağa ederler. Kendi mezheplerinden olmayana küfür hükmü tatbik ederler. Onlara göre gaye her türlü vasıtanın mubah olmasıdır Bu insanlar yalan, hile ve iki yüzlülüğün bütün üsluplarını mubah saymaktadırlar (Ehli sünnetin bazılarına göre imamın Kureyşten olması şart koşulur)

İMAMET VE DEVLET REİSLİĞİ

Ehli Sünnet’e Göre:

Devleti Müslümanların arasından seçilen halife idare eder. Ve halifede denklik (İmamlarından rivayet ederler ki şöyle demişlerdir : -Takıyye benim ve babalarımın dinidir.- -Takıyyesi olmayanın dini yoktur.- Mutemet kitaplarından -İslam Kurtuluş ve Seadetin Yolu- isimli kitabın 109 uncu sayfasında şunlar vardır -Mükellefin nefsinde yahut malında bir zarara girme ihtimali varsa veya umumi düzene bir halel gelecekse onun emri bilmarufu terketmesi vaciptir. Bu hüküm Şia’nın özelliklerinden biridir ve Takıyye diye isimlendirilir.-), yani akıllı, bilgili, salih olarak bilinmesi, emin olması ve bu mesuliyeti yüklenecek güçte bulunması gerekir. Müslümanlardan onu hal ve akd ehli seçer. Adaletle hükmetmez ise veya kitap ve sünnet ahkamını çiğnerse onu azledebilirler. Bütün müslümanların ona itaati gerekir. İdare külfet ve mesuliyettir, mükafat ve ganimet değildir.

Şiiler’e Göre:

İdare Hz Alı ve Hz Fatıma’nın çocuklarında veraset usulüyle devam eder. işte bu idare meselesi yüzünden Şiiler hiçbir idareciye halisane bağlanmazlar Çünkü inançlarına göre Patıma evladı olmayan idareci olama? Bu düşüncelerinin tarihte gerçekleşmemesi üzerine bu inançlarına Ric’at nazariyesini eklediler. Ric’atın manası- Son imamları olun EI-Kaim ahir zaman yerden çıkarak bütün siyasi hasımları secek ve Şia’ya diğer fırkalar tarafından tarih boyunca gasbedilen haklarını geri verecek..

http://sites.google.com/site/islsmguenesi/Home/islam-mezhep-ve-fukahalarini-birlestirme-konusu/islam-mezhep-ve-fukahalarini-birlestirme-konusu/sia-nin-ehl-i-suennet-e-muhalefeti/siiler-sadece-teferruatta-degil-temelde-muesluemanlara-muhalefet-etmektedirler/sia-nin-arasinda-ki-ihtilaflar/faydali-bir-aciklama/bu-risale-ve-digerlerinde-zikredilen

Posted in EĞİTİM, GÜNCEL, SİYASET, İSLAM | Etiketler: , | Leave a Comment »

HAYA İMANDANDIR

Posted by MEHMET SELİM POLAT 11 Aralık 2009

UTANMA(HAYA)

Açıkça kınanıp yerilme korkusu şeklinde tarif edilebilen hayâ; insanı ahlaki bir varlık kılan temel duygudur. Böyle bir utanma duygusunu kaybeden insan, hertürlü ahlaksızlığı yapabilecek hale gelmiş olur. Çünkü ahlaki veya gayr-i ahlâki nitelikler, o insan için anlamını kaybeder.

Haya duygusu, insanı kötülüklerden alıkoyar; iyiliklere yöneltir. Bu sebepten hayâ, insandaki ahlâk duygusunun kaynağı durumundadır.

“Haya dinden midir?” diye sorulduğunda Peygamberimiz, “haya dinin tamamıdır” şeklinde cevap vermiştir. Hadis şöyledir: “Kurre b.İyas anlatır: Rasulullah ile beraberdik. Yanında hayadan söz edildi. Ya Rasulallah; haya dinden midir? diye sordular. Peygamber (S.)’in cevabı şöyle oldu: ‘Haya, dinin tamamıdır. Şüphesiz haya, haramdan kaçınmak, diline sahip olmak ve iffet imandandır. Bunlar âhiretle ilgili sevabı artırır, dünyalığı ise azaltır. Ama âhiretten artırdıkları, dünyadan azalttıklarından daha fazladır’.”(Sünen-i Darimi, Mukaddime, Bab: 43; Ayrıca Bkz: Seçme Hadisler, s.51, H. No: 65)

Utangaç olan bir şahsı utangaçlığından dolayı tenkid eden kişiyi Hz. Peygamber şöyle uyarır: “Onu tenkit etmekten vazgeç. Çünkü utanma duygusu olan haya, imandandır.”(Sünen-i Ebi Davud, 35. Kitabu’l-Edeb, Bab: 7, H. No: 4695)

Görüldüğü gibi insanı ahlâkî bir varlık kılan, utanma duygusu olan hayadır. Şu hadis-i şerif bu bakımdan son derece anlamlıdır: “‘Utanmadığın zaman dilediğini yap.’ sözü, insanların peygamberlik kelamından işittiği cümlelerdendir.”(Buhari, Edebu’l-Mufred, c. II, s. 52, H.No: 597)

İslâm ahlâkının temeli sayılabilecek olan haya duygusu, sadece insanlara karşı duyulan bir utanma duygusundan ibaret değildir. Allah’a karşı duyulan utanma duygusu da, haya kapsamına dahildir. Belki de Allah’a karşı duyulan utanma duygusu, insanlardan utanmanın da temeli durumundadır.

Posted in AYETLER, HADİS, İSLAM | Etiketler: | 2 Comments »

Ölülere Kur’an Okunmaz

Posted by MEHMET SELİM POLAT 02 Ekim 2009

Ölülere Kur’an Okunmaz,Dua Edilir.Kur’an Ölülerin Kitabı Değildir.Müslümanın,İlahî Yasasıdır.

Ölüye Kuran Okumak

Posted in İSLAM | Etiketler: | 1 Comment »

DOĞRULUK ve BİD’AT-Hutbetü’l-Hace

Posted by MEHMET SELİM POLAT 10 Eylül 2009

بسم الله الرحمن الرحيم

Yazılar-1

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran: 3/102)

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa: 4/1)

“Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab: 33/70-71)

Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın Kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed (s.a.v.) yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bidat, her bidat sapıklık ve her sapıklık da ateştedir.”

(Müslim, Cuma: 13; Nesai, Cuma: 24.Not: Rasulullah (s.a.v.) “Hutbetü’l-Hace” ismiyle meşhur olan bu duayı, Cuma hutbelerinde ve diğer konuşmalarında okumuş, sahabelerine de öğretmiştir.)

Posted in İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU)

Posted by MEHMET SELİM POLAT 03 Eylül 2009

KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?

1423- Ali (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Kalem üç kişiden kaldırılmıştır; uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, akıl baliğ oluncaya kadar çocuktan, aklî dengesi yerine gelinceye kadar deli ve benzeri kişilerden.”(İbn Mâce, Talak: 15)

ž Tirmizî: Bu konuda Âişe’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ali hadisi bu şekliyle hasen garibtir. yine bu hadis değişik şekillerde de Ali’den rivâyet edilmiştir. Bu rivâyetlerin bazısında “Delikanlı oluncaya kadar çocuktan cümlesi yerine; “Akıl baliğ oluncaya kadar çocuktan” cümlesi yer almıştır. Hasan el Basrî’nin, Ali’den hadis dinlediğini bilmiyoruz. Bu hadis; Atâ b. Sâib’den, Ebû Zabyan’dan ve Ali’den benzeri şekilde rivâyet edilmiştir. A’meş: Ebû Zabyan’dan, İbn Abbâs’tan, Ali’den merfu olmaksızın mevkuf olarak bu hadisi rivâyet etmiştir. ilim adamlarının uygulaması bu hadise göredir. Tirmizî:Hasan-ı Basrî, Ali (r.a.)’in hilafeti zamanında yaşamış olup ondan hadis dinlediğini bilmiyoruz. Ebû Zabyan’ın adı Husayn b. Cündüp’tür.

CEZALARI ÖNLEMEYE ÇALIŞMAK GEREKIR

1424- Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Müslümanlardan gücünüz yettiğince cezaları kaldırmaya çalışın bir çıkış yolu bulursanız önünü açıverin, cezadan kurtarın. Hüküm makamında olan otoritenin affetmekte yanılması ceza da yanılmasından çok daha hayırlıdır.”(Tirmizî rivâyet etmiştir.)

ž Hennâd, Vekî’ yoluyla Yezîd b. Ziyâd’tan bu hadisi bize Muhammed b. Rabia’nın rivâyeti gibi mevkuf olarak rivâyet etti.

Tirmizî: Bu konuda Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Amr’dan da hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Âişe’nin hadisini merfu olarak sadece Muhammed b. Rebia’nın, Yezîd b. Ziyâd ed Dımışkî’den, Urve ve Âişe rivâyetiyle bilmekteyiz. Vekî’ aynı hadisi, Yezîd b. Ziyâd’tan benzeri şekilde merfu olmaksızın rivâyet etmiştir. Vekî’in rivâyeti daha sahihtir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından pek çok kişi aynı şekilde rivâyet etmişlerdir. Yezîd b. Ziyâd ed Dımışkî hadis konusunda zayıf bir kimsedir. Yezîd b. Ziyâd ed Dımışkî hadis konusunda zayıf bir kimsedir. Yezî b. ebî Ziyâd el Kûfi ise ondan daha sağlam ve yaşlı birisidir.

MÜSLÜMANIN AYIP VE GÜNAHLARINI ÖRTMEK GEREKIR

1425- Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Her kim bir mü’minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse Allah’ta onun ahiretteki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderecektir. Her kim de Müslümanın bir ayıp ve kusurunu örterse Allah’ta dünyada ve ahirette o kulunun ayıbını örter kul kardeşinin yardımında oldukça Allah’ta o kimsenin daima yardımında olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb: 60; İbn Mâce, Mukaddime: 17)

ž Tirmizî: Bu konuda Ukbe b. Âmir ve İbn Ömer’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ebû Hüreyre’nin hadisini böylece pek çok râvî, A’meş’den, Ebû Salih’den, Ebû Hüreyre’den, Ebû Avâne’nin rivâyeti gibi rivâyet ettiler. Esbat b. Muhammed, A’meş’den, Ebû Salih’den ve Ebû Hüreyre’den benzeri şekilde aynı hadisi rivâyet etmiştir. bu rivâyet birinci rivâyetten daha sahihtir. Ubeyd b. Esbat b. Muhammed bu hadisi bize aktardı ve dedi ki: Babam bu hadisi bana A’meş’den aktarmıştır.

1426- Sâlim (r.a.)’in babasından rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Müslüman, Müslüman’ın din kardeşidir. Ona haksızlık edip zulmetmez. Müslüman, Müslüman’ı tehlikelerde de terk etmez. Her kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse; Allah’ta onun bir sıkıntısını giderir. Her kim de bir Müslüman’ın bir sıkıntısını kaldırırsa Allah’ta onun kıyamette bir sıkıntısını kurtarır. Her kim dünyada, bir Müslüman’ın ayıp ve hatasını örterse Allah’ta onun bir hata ve kusurunu kıyamette örter, görmezden gelir.” (Buhârî, Mezâlim: 3; Ebû Dâvûd, Edeb: 38 )

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahih garibtir.

CEZA UYGULANMADAN ÖNCE SUÇLUYA SUÇUNU ITIRAF IÇIN SORGULAMAK

1427- İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Mâlik’in oğlu Mâiz’e: Senin hakkında bana ulaştırılan haber doğru mudur? Buyurdu. Mâiz: Benim hakkımda size nasıl bir haber iletildi dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Falan ailenin cariyesiyle zina ettiğin bana bildirildi” buyurunca Mâiz “Evet” dedi ve kendisi aleyhine dört kez şâhidlik yaptı da Rasûlullah (s.a.v.)’in emri üzerine taşlanarak öldürüldü. (Buhârî, Muharîbin: 6; Müslim, Hudud: 5)

ž Tirmizî: Bu konuda Sâib b. Yezîd’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: İbn Abbâs hadisi hasen sahihtir. Şu’be bu hadisi Simak b. Harb’den ve Saîd b. Cübeyr’den mürsel olarak rivâyet etmiş olup bu rivâyetinde “ibn Abbâs’tan” dememiştir.

ITIRAFINDAN DÖNEN SUÇLUDAN CEZANIN KALDIRILMASI

1428- Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Maiz el Eslemî, Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek zina ettiğini söylemişti. Rasûlullah (s.a.v.), kendisinden yüz çevirdi. Maiz diğer yanından gelerek yine zina ettiğini söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) yine ondan yüz çevirdi. Maiz diğer taraftan gelerek kesinlikle zina ettiğini itiraf etti. Dördüncü itirafında Rasûlullah (s.a.v.)’in emri üzerine Medîne dışındaki Hare mevkiine çıkarılarak taşlanmaya başlandı. Taşların acısını duyunca tüm gücüyle kaçtı. Elinde deve çene kemiği bulunan bir adamın yanından geçerken o adam deve çene kemiğiyle ona vurdu arkasından diğer yetişen insanlarda ölünceye kadar ona vurdular. Bu durumu Rasûlullah (s.a.v.)’e anlattılar taşların verdiği ıstırap ve ölüm korkusundan dolayı kaçmaya teşebbüs ettiğini söylediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Onu bırakmalıydınız”buyurdu.(Ebû Dâvûd, Diyâd: 3; Müslim, Hudud: 5)

ž Tirmizî: Bu hadis hasendir. Ebû Hüreyre’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir. Aynı şekilde bu hadis Zührî’den, Ebû Seleme’den, Câbir b. Abdullah’tan benzeri şekilde de rivâyet edilmiştir.

1429- Câbir b. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre, Eslem kabilesinden bir adam Peygamber (s.a.v.)’e gelerek zina ettiğini itiraf etti. Peygamber (s.a.v.) ondan yüz çevirdi. Adam tekrar itiraf etti. Peygamber (s.a.v.)’de tekrar yüz çevirdi, kendi aleyhine dört sefer zina ettiğine şâhidlikte bulununca Rasûlullah (s.a.v.): “Sende delilik var mı? buyurdu. Adam: hayır dedi. Rasûlullah (s.a.v.), evli misin? Dedi. Adam evet dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), emretti ve açık hava namazgahında bu şahıs taşlandı. Taşların verdiği ızdırabla kaçtı arkasından yetişilerek ölünceye kadar taşlandı. Rasûlullah (s.a.v.), O kimseyi hayırla andı fakat cenaze namazını kılmadı. (Nesâî, Cenaiz: 63; Ebû Dâvûd, Hudûd: 23 )

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup kendi aleyhine dört sefer zina ettiğine şâhidlik ederse ona ceza tatbik edilir. Ahmed ve İshâk bu görüştedir. Bazı ilim adamları ise; zina yaptığına dair bir sefer şâhidlikte bulunsa bile ceza uygulanır derler. Mâlik b. Enes ve Şâfii bu görüşte olup bunların dayandıkları delil; Ebû Hüreyre ve Zeyd b. Hâlid’den rivâyet edilen hadistir ki: İki adam Rasûlullah (s.a.v.)’e başvurdular onlardan biri: Ey Allah’ın Rasûlü oğlum bu adamın karısıyla zina etti… Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Üneys! Bu adamın karısına git suçunu itiraf ederse onu recmet dedi. Dört kere itiraf ederse demedi.” (Bu hadis ileride geniş olarak 1433’de tekrar gelecektir.)

ŞER’I CEZALARIN UYGULANMAMASI IÇIN ŞEFAATÇILIK YAPMAK DOĞRU MUDUR?

1430- Âişe (r.anha)’dan rivâyet edildiğine göre Mahzum kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyş kabilesini ilgilendirdi ve şöyle dediler: Rasûlullah (s.a.v.) ile o kadın hakkında kim konuşabilir? Sonra Rasûlullah (s.a.v.)’in sevdiği Üsâme b. Zeyd’den başka bu konuda kimse cesaret edemez kararına vardılar. Bunun üzerine Üsâme, Rasûlullah (s.a.v.) ile konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Allah’ın koyduğu bir cezada sen şefaat mı ediyorsun?” buyurdu ve kalkıp bir hutbe verdi ve şöyle buyurdu: Sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi şuydu: “Onlardan meşhur bir kimse hırsızlık yaparsa onu cezalandırmaz bırakırlar fakir ve kimsesiz bir kimse hırsızlık yaptığında ise ona ceza uygularlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsaydı mutlaka onun da elini keserdim.” (Müslim, Hudûd: 2; Nesâî, Kat-us Sârık: 6 )

ž Tirmizî: Bu konuda Mes’ûd b. Acma – Mes’ûd b. A’cem de denilir – İbn Ömer ve Câbir’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Âişe hadisi hasen sahihtir.

RASÛLULLAH (S.A.V.) VE HALIFELER RECM CEZASI UYGULADILAR MI?

1431- Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), recm cezasını uyguladı. Ebû Bekir (r.a.), recm cezasını uyguladı ben de recm cezasını uyguladım Allah’ın kitabına ilave etmiş olmaktan çekinmesem recm cezasını mushafa yazardım. Çünkü ileride bazı insanların recm cezasını Allah’ın kitabında bulamayınca inkar edip küfre düşeceklerinden korkuyorum. (Müslim, Hudûd: 4; Ebû Dâvûd, Hudûd: 23 )

ž Tirmizî: Bu konuda Ali’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ömer hadisi hasen sahihtir. Ömer’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

1432- Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Allah, Muhammed (s.a.v.)’i hak din ile gönderdi ve kendisine kitap indirdi. İndirdiği kitapta recm ayeti vardı ve bu yüzden kendisi recm yaptı ondan sonra biz de recm cezasını uyguladık insanların üzerinden uzun zaman geçince içlerinden birilerinin çıkıp şöyle diyeceğinden korkuyorum: “Allah’ın kitabında recm ayetini bulamıyoruz” böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farzı terk ederek sapıtacaklarından korkuyorum. Dikkat edin evli olduğu halde zina eden kimseye delil bulunduğu, gebelik olduğu veya itiraf ettiği takdirde recm haktır ve mutlaka yapılmalıdır. (Müslim, Hudûd: 4; Ebû Dâvûd, Hudûd: 23 )

ž Tirmizî: Bu konuda Ali’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Bu hadis hasen sahih olup Ömer’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir.

RECM (TAŞLANARAK ÖLDÜRÜLMEK) EVLI OLDUĞU HALDE ZINA EDEN KIMSELER IÇINDIR

1433- Ebû Hüreyre, Zeyd b. Hâlid ve Şibl (r.anhüm)’den rivâyete göre, şöyle demişlerdir: Bu kimselerin üçü de Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında bulundukları bir sırada birbirinden davacı olan iki kimse geldi onlardan biri sözüne şöyle başladı: “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah aşkına aramızda Allah’ın kitabıyla hükmedeceksin. Bunun üzerine bu kimseden daha anlayışlı olan diğer kimse de; Evet Allah’ın kitabına göre aramızda hüküm ver, müsaade et ben konuşayım dedi ve sözüne şöyle başladı: Oğlum bu adamın işçisi idi sonra onun karısıyla zina etti, oğlumun cezasının recm olduğunu bana bildirdiler. Ben de bu ceza karşılığında yüz koyun ile bir hizmetçiyi fidye olarak verdim. Sonra bu işi bilen insanlarla karşılaştım ve dediler ki: Oğluna yüz değnek vurulması gerekir, bir yılda sürgün edilecektir. Recmedilmek ise bu adamın karısına uygulanacaktır dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki aramız da Allah’ın kitabıyla hükmedeceğim: Yüz koyun ve hizmetçi sana iade edilecektir, oğluna da yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası verilecektir. Ya Üneys! Bu adamın karısına git suçunu kabul edip itiraf ederse onu recmet. Üneys kadının yanına gitti o da suçunu itiraf edince kadını recmetti.(Buhârî, Muhâribîn: 6; Müslim, Hudûd: 5)

ž İshâk b. Musa el Ensârî, Ma’n vasıtasıyla Mâlik’den İbn Şihâb’tan, Ubeydullah b. Abdullah’tan, Ebû Hüreyre’den, Zeyd b. Hâlid el Cühenî’den mana olarak bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.

Yine Kuteybe, Leys vasıtasıyla İbn Şihâb’tan kendi senediyle mana olarak Mâlik’in hadisinin bir benzerini bize rivâyet etmiştir.

Tirmizî: Bu konuda Ebû Bekre, Ubede b. Sâmit, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd, İbn Abbâs, Câbir b. Semure, Hezzal, Büreyde, Seleme b. Muhabbik, Ebû Berze ve Imrân b. Husayn’dan da hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ebû Hüreyre Zeyd b. Hâlid hadisi hasen sahihtir. Aynı şekilde Mâlik b. Enes; Ma’mer ve pek çok kimse Zürî’den, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe’den, Ebû Hüreyre’den ve Zeyd b. Hâlid’den rivâyet etmiştir.

Aynı şekilde aynı senedle Rasûlullah (s.a.v.)’den şu şekilde rivâyet etmişlerdir: “Cariye zina ederse ona yüz değnek vurun dördüncü sefer yine zina ederse değersiz bir ip parasına bile olsa satıp elden çıkarın.”

Sûfyân b. Uyeyne; Zührî’den, Ubeydullah’tan, Ebû Hüreyre’den, Zeyd b. Hâlid’den ve Şibl’den rivâyet ederek şöyle der: “Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında idik…”

İbn Uyeyne her iki hadisi de topluca Ebû Hüreyre’den Zeyd b. Hâlid’den ve Şibl’den rivâyet ediyor. İbn Uyeyne rivâyet ettiği bu hadiste vehme kapılmıştır. Sûfyân b. Uyeyne iki hadisi birbirine karıştırmıştır.

Sahih olan rivâyet Muhammed b. el Velîd ez Zebîdî, Yunus b. Ubeyde, Zührî’nin kardeşinin oğlunun Zührî’den, Ubeydullah’tan, Ebû Hüreyre’den ve Zeyd b. Hâlid’den yapılan rivâyetidir ki; şöyle başlar: “Cariye zina ederse ona yüz değnek vurun…”

Zührî; Ubeybullah’tan, Şibl b. Hâlid, Abdullah b. Mâlik el Evsî’den rivâyet etti şöyle demiştir:Cariye zina ederse…” hadisçiler yanında sahih kabul edilen rivâyet budur. Şibl b. Hâlid, Peygamber (s.a.v.)’e yetişmemiştir. Şibl sadece Abdullah b. Mâlik el Evsî vasıtasıyla hadis rivâyet etmektedir. Doğru olanı budur. İbn Uyeyne rivâyeti pek makbul değildir. İbn Uyeyne’den, Şibl b. Hamid dediği rivâyet edildi ki bu bir yanlışlıktır. Gerçekte o Şibl b. Hâlid’tir. Aynı şekilde ona Şibl b. Huleyd’de deniliyor.

1434- Ubâde b. Sâmit (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Zina cezasının hükmünü benden alın. Allah o zina eden kadınlar için bir düzenleme ortaya koymuştur; Evlinin evli ile zina etmesinin cezası yüz değnek ve taşlanarak öldürülmektir, bekarın bekarla zina etmesinin cezası yüz değnek ve bir yıl sürgün edilmektir.”(Müslim, Hudûd: 5; İbn Mâce, Hudûd: 7)

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göredir. Ali b. ebî Tâlib, Übey b. Ka’b, Abdullah b. Mes’ûd, başkaları bunlardan olup şöyle derler: “Evli kimse zina ederse yüz değnek vurulur ve recmedilerek öldürülür.”

Aynı şekilde bazı ilim adamları da bu görüşü paylaşmışlardır. İshâk bunlardandır. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından, içlerinde Ebû Bekir, Ömer ve başkalarının bulunduğu bir kısım ilim adamları ise“Evli kimse zina ettiğinde recmedilir ayrıca yüz değnek vurulmaz”derler. Rasûlullah (s.a.v.)’den, Maiz ve başka kimselerin olaylarından bahseden hadislere göre Rasûlullah (s.a.v.), sadece recmedilmeyi emretmiş yüz değnek vurulmasını emretmemiştir. Bazı ilim adamlarının uygulaması da bu hadise göre olup Sûfyân es Sevrî, İbn’ül Mübarek, Şâfii ve Ahmed’te bu görüştedirler.

HAMILE OLAN KIMSENIN TAŞLANARAK ÖLDÜRÜLMESI, ÇOCUĞUNU DOĞURUNCAYA KADAR BEKLETILIR

1435- Imrân b. Husayn (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Cüheyne kabilesinden bir kadın Rasûlullah (s.a.v.)’in huzurunda zina yaptığını itiraf etti ve ben hamileyim dedi. Rasûlullah (s.a.v.), kadının yakınlarını çağırarak “Bu kadına iyi muamele ediniz doğum yapınca bana bildiriniz”buyurdu.

Sonra durum kendisine bildirilince kadının elbisesi cezalandırılma esnasında açılmaması için sıkıca bağlandı recmedilmesi emredildi ve recmedildi. Sonunda o kadına cenaze namazı kıldı. Bunun üzerine Ömer: “Ey Allah’ın Rasûlü! Onu recmettin sonrada cenaze namazını kılıyorsun” deyince, Rasûlullah (s.a.v.): O kadın öylesine bir tevbe yaptı ki o tevbesi Medîne halkından yetmiş kişiye dağıtılsa hepsine yeterdi.

Sen kadının canını büyük bir istekle Allah’a bağışlamasından daha üstün ne aramaktasın?(Müslim, Hudûd: 7; Ebû Dâvûd, Hudûd: 24 )

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

EHLI KITAB DENILEN KIMSELERIN TAŞLANIP ÖLDÜRÜLMESI

1436- İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), bir Yahudi erkek ile bir Yahudi kadını işledikleri zina suçundan dolayı recmetmiştir. (Müslim, Hudûd: 6;Ebû Dâvûd, Hudûd: 25 )

ž Tirmizî: Bu hadis biraz uzuncadır. Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

1437- Semure (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.), bir Yahudi erkekle bir Yahudi kadını işledikleri zina suçundan dolayı recmetmiştir. (Müslim, Hudûd: 6; Ebû Dâvûd, Hudûd: 25 )

ž Tirmizî: Bu konuda İbn Ömer, Berâ, Câbir, İbn ebî Evfâ, Abdullah b. Hâris b. Cüz’ ve İbn Abbâs’tan da hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Câbir b. Semure hadisi hasen garib olup ilim adamlarının çoğunluğunun uygulaması bu hadise göredir ve şöyle derler: “Ehli kitab denilen Yahudi ve Hıristiyanlar birbirlerinden davacı olur ve davalarını Müslüman hakimlere götürürlerse onlar arasında da kitap sünnet ve Müslümanlara uygulanan hükümler uygulanır.”Ahmed ve İshâk bu görüştedir.

Bazı ilim adamları ise zina olayında ehli kitaba ceza uygulanmaz derler ki ilk görüş daha sahihtir.

ZINA EDEN BEKARLARA YÜZ DEĞNEKTEN SONRA SÜRGÜN CEZASI UYGULANIR MI?

1438- İbn Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre “Rasûlullah (s.a.v.), zina eden bekarlara yüz değnek vurdu ve sürgün etti Ebû Bekir’de halifeliği döneminde yüz değnek vurdu ve sürgün etti. Ömer’de aynı şekilde halifeliği döneminde yüz deynek vurdu ve sürgün etti.” (Ebû Dâvûd, Hudud: 23 )

ž Tirmizî: Bu konuda Ebû Hüreyre, Zeyd b. Halit ve Ubade b. Samit’ten de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: İbn Ömer Hadisi garibtir. Pekçok kimse bu hadisi Abdullah b. İdris’ten merfu olarak rivâyet etmişlerdir. Bazıları ise aynı hadisi Abdullah b. İdris’ten, Ubeydullah’tan, Nafi’den ve İbn Ömer’den rivâyet ederek: “Ebû Bekir’de değnekledi ve sürgün etti. Ömer’de yine değnekledi ve sürgün etti”demişlerdir. Aynı şekilde Ebû Said el Eşec’te bu hadisi rivâyet etmiştir. Abdullah b. İdris’te bize aktarmıştır. Bu hadis benzeri şekilde değişik bir rivâyetle İbn İdris’ten, Ubeydullah b. Ömer’den de rivâyet edilmiştir. Aynı şekilde Muhammed b. İshak’ta, Nafi’den, İbn Ömer’den rivâyet ederek: “Ebû Bekir’de değnekledi ve sürgün etti. Ömer’de yine değnekledi ve sürgün etti”demişler; Peygamber (s.a.v)’de değneklledi ve sürgün etti dememişlerdir.

Rasûlullah (s.a.v.)’den sürgün ettiğine dair sahih haberler, Ebû Hüreyre, Zeyd b. Halid, Ubade b. Sabit ve başkalarından bize ulaşmıştır. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup, Ebû Bekir, Ömer, Ali, Übey b. Ka’b, Abdullah b. Mes’ud, Ebû Zer ve başkaları bunlardandır. Pek çok tabiin dönemi fıkıhçılarından da böylece rivâyet edilmiştir.

Süfyan es Sevri, Malik b. Enes, Abdullah b. Mübarek, Şafii, Ahmed ve İshak’ta bu görüşü benimseyenler arasındadır.

DÜNYADA TATBIK EDILEREK ÇEKILEN CEZALAR SAHIBI IÇIN KEFFÂRETTIR

1439- Ubâde b. Sâmit (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında oturuyorduk… Derken Rasûlullah (s.a.v.): “Allah’ın hüküm ve otoritesinde hiçbir şeyi ortak koşmamaya hırsızlık yapmamaya zina etmemek üzere bana biat edeceksiniz yani siyasi otoritemi kabul edeceksiniz dedi ve: “…Allah’tan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacaklarını, hırsızlık yapmayacaklarını zina etmeyeceklerini …” ayetini okudu. (60 Mümtehine: 12) ve şöyle devam etti. Sizden kim verdiği bu sözü tutarsa onun mükafatını Allah verecektir. Kim de bu suçlardan birini işlerde cezasını bu dünyada çekerse o ceza kendisi için keffarettir. Her kim de bir suç işler de Allah bu dünyada onun suçunu örterse onun suçunu örterse onun işi de Allah’a kalmıştır. Allah dilerse ona affeder dilerse ona azâb eder.” (Buhârî, Hudûd: 9; Müslim, Hudûd: 10 )

ž Tirmizî: Bu konuda Ali, Cerir b. Abdullah ve Huzeyme b. Sabit’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ubâde b. Sâmit hadisi hasen sahihtir. Şâfii diyor ki: Cezanın uygulandığı kişi için keffâret olacağına dair bu konuda bundan güzel bir hadis işitmedim! Yine Şâfii diyor ki: Bir günah işleyen ve günahı Allah tarafından örtülen kişinin kendi günahını gizlemesi ve Rabbiyle baş başa kalıp tevbe etmesi bana göre daha hoştur. Ebû Bekir ve Ömer’in de bir adama günahını örtmesi için emir verdikleri de rivâyet edilmektedir.

CARIYELERE DE CEZA UYGULANMASI MUTLAKA GEREKLIDIR

1440- Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Sizden birinizin cariyesi zina ederse Allah’ın kitabına göre onu üç seferde de değnek vurarak cezalandırsın dördüncüde ise kıl bir ip karşılığında bile olsa onu satsın.” (Ebû Dâvûd, Hudûd: 32; Buhârî, Muhâribîn: 22 )

ž Tirmizî: Ebû Hüreyre hadisi hasen sahihtir. Ebû Hüreyre’den değişik şekillerde de rivâyet edilmiştir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından ve başkalarından bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup kişinin kendi köle ve cariyesine devlet otoritesi olmaksızın ceza tatbik edebileceği görüşündedirler. Ahmed ve İshâk’ta aynı kanaattedir. Bazı ilim adamları ise devlet otoritesine teslim edilir köle ve cariye sahibi cezayı kendisi uygulamaz derler. Birinci görüş daha sahihtir.

1441- Ebû Abdurrahman es Sülemî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ali bir hutbe vererek şöyle konuştu: “Ey insanlar! Erkek ve kadın kölelerinizden evli olan ve evlenmiş olanlara işledikleri suçlardan dolayı cezayı tatbik edin. Rasûlullah (s.a.v.)’in bir cariyesi zina etmişti de onun değneklenmesi bana emretmişti kendisine bu görevi yapmak üzere geldiğimde loğusalığının başlangıcında buldum cezayı uygularsam öldüreceğimden veya öleceğinden korktum ve durumu gelip Rasûlullah (s.a.v.)’e anlattım o da “iyi yapmışsın”buyurdu. (Buhârî, Muharibîn: 2; Ebû Dâvûd, Hudûd: 33  )

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Süddî’nin ismi İsmail b. Abdurrahman’dır. Tabiin neslinden olup Enes b. Mâlik’den hadis işitmiştir. Ali b. ebî Tâlib’in oğlu Hüseyin’i de görmüştür.

IÇKI IÇEN KIMSEYE HANGI CEZA UYGULANIR?

1442- Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyet olunduğuna göre: “Rasûlullah (s.a.v.), içki içene ceza olarak iki ayakkabısıyla kırk kere vurdu.” Mis’ar diyor ki: Zannedersem bu ceza içki içmesinden dolayı idi. (Ebû Dâvûd, Hudud, 35; Buhârî, Hudud: 5 )

ž Tirmizî: Bu konuda Ali, Abdurrahman b. Ezher, Ebû Hüreyre, Sâib, İbn Abbâs ve Ukbe b. Hâris’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ebû Saîd hadisi hasen sahihtir. Ebûs Sıddîk el Bâcî’nin ismi Bekir b. Amr’dır. Bekir b. Kays’da denilir.

1443- Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)’e içki içmiş bir adam getirildi. Rasûlullah (s.a.v.), çatallı hurma değneğiyle kırk kadar ona vurdu. Ebû Bekir’de halifeliği döneminde aynen böyle yaptı. Ömer halifeliği döneminde sahabenin âlimleriyle istişarede bulundu. Abdurrahman b. Avf’ın Şer’i cezaların en hafifi seksen değnektir demesi üzerine Ömer’de bu şekilde emretti ve içki içenin cezası seksen değnek oldu. (Buhârî, Hudûd: 5; Müslim, Hudûd: 8 )

ž Tirmizî: Enes hadisi hasen sahihtir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından ve başkalarından bir kısmının uygulaması bu hadise göre olup “İçki içenin cezası seksen değnektir” derler.

IÇKI IÇEN ÜÇ SEFER DEĞNEKLENIR DÖRDÜNCÜDE ÖLDÜRÜLÜR

1444- Muaviye (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim içki içerse ona değnekle vurarak cezasını verin yine içmeye devam ederse dördüncüsünde onu öldürün.” (Ebû Dâvûd, Hudûd: 36; İbn Mâce, Hudûd: 17)

ž Tirmizî: Bu konuda Ebû Hüreyre, Şerid, Şurahbil b. Evs, Cerir, Ebû’r Ramed el Belevî ve Abdullah b. Amr’dan da hadis rivâyet edilmiştir

Tirmizî: Muaviye hadisini aynı şekilde Sevrî, Âsım’dan, Ebû Salih’den, Muaviye’den rivâyet etmiştir. İbn Cüreyc ve Ma’mer’de Süheyl b. ebî Salih’den, babasından, Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiler.

Muhammed’den şöyle dediğini işittim: Ebû Salih’in Muaviye yoluyla rivâyet ettiği hadis Ebû Salih’in Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiğinden daha sahihtir.

İçki içene uygulanan bu ceza ilk zamanlarda böyle idi sonradan nesh olundu. Muhammed b. İshâk’ın Muhammed b. Münkedir’den, Câbir b. Abdullah’tan yaptığı rivâyet şöyledir: “Kim içki içerse ceza olarak değnekleyin yine içmeye devam ederse dördüncüde öldürün.” Câbir diyor ki: Bu sözden sonra Rasûlullah (s.a.v.)’e dördüncü sefer içki içen bir adam getirildi de yine onu değnekle cezalandırdı ve öldürmedi.

Aynı şekilde Zührî, Kabîsa b. Zûeyb vasıtasıyla benzeri bir hadis rivâyet etmekte ve şöyle demektedir. Böylece ölüm cezası kaldırıldı ve buna izin verilmiş oldu. İlim adamlarının çoğunluğunun uygulaması bu hadise göre olup geçmişte ve bu günde aralarında ihtilaf olduğunu bilmiyoruz. Bu konuyu destekleyen delillerden biri de değişik yollarla Rasûlullah (s.a.v.)’den rivâyet edilen şu hadistir:Allah’tan başka ilah olmadığına benim de Allah’ın Rasûlü olduğuma şehâdet eden Müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç şeyden biri ile helal olur: “Cana karşı can, zina işleyen evli kimse ve dinini terk eden kimse.”

HIRSIZIN ELI NE KADARLIK MALDA KESILIR?

1445- Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre: “Rasûlullah (s.a.v.), çeyrek dinarda ve daha yukarısında hırsızın elini kesmişti.” (Buhârî, Hudûd: 14; Müslim, Hudûd: 1)

ž Tirmizî: Âişe hadisi hasen sahihtir. Bu hadis değişik şekillerde Amre’den ve Âişe’den merfu olarak rivâyet edilmiştir. Bazı kimseler ise yine Amre ve Âişe’den mevkuf olarak rivâyet etmişlerdir.

1446- İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.), değeri üç dirhem olan bir kalkandan dolayı el kesmiştir.” (Buhârî, Hudûd: 14; Müslim, Hudûd: 1)

ž Tirmizî: Bu konuda Sa’d, Abdullah b. Amr, İbn Abbâs, Ebû Hüreyre ve Eymen’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: İbn Ömer hadisi hasen sahihtir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göredir. Ebû Bekir es Sıddık beş dirhemde el kesmiştir. Osman ve Ali’ni,n çeyrek dinarda el kestikleri rivâyet edilmektedir. Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd’den rivâyete göre: “Beş dirhemde el kesilir.” Tabiin dönemi fıkıhçılarından bir kısmının uygulaması bu hadise göre olup Mâlik b. Enes, Şâfii, Ahmed ve İshâk bunlardan olup: “Çeyrek dinar ve fazlasından el kesilir”görüşündedirler. İbn Mes’ûd’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: “El kesmek ancak bir dinar veya on dirhem değerindeki hırsızlıktan dolayıdır.”Bu hadis Kâsım b. Abdurrahman’ın, İbn Mes’ûd’tan rivâyet ettiği mürsel bir hadistir. Çünkü Kâsım, İbn Mes’ûd’tan hadis işitmemiştir. bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup Sûfyân es Sevrî ve Küfeliler aynı kanaattedirler ve şöyle derler: “On dirhemin altında el kesme yoktur.”Ali’den rivâyet edildiğine göre “On dirhemden aşağı miktarda el kesilmez”hadisinin senedi muttasıl değildir.

HIRSIZIN KESILEN ELI BOYNUNA TAKILIR

1447- Abdurrahman b. Muhayriz (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:“Fudale b. Ubeyd’e kesilmiş elin hırsızın boynuna takılması sünnetten midir? diye sordum şöyle cevap verdi: Rasûlullah (s.a.v.)’e bir hırsız getirildi suçu sabit olunca eli kesildi sonra verilen emre göre kesilen el boynuna takıldı.” (Nesâî, Kat’us Sarik: 18; Ebû Dâvûd, Hudûd: 22)

ž Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Bu hadisi sadece Ömer b. Ali el Mukaddemî’nin Haccac b. Ertae’den yaptığı rivâyetiyle bilmekteyiz. Abdurrahman b. Muhayriz’in kardeşidir.

HAIN, ÇAPULCU VE YANKESICIYE EL KESME CEZASI YOKTUR

1448- Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Aldığı bir şeye karşı hainlik eden, çapulculuk yapan ve yankesiciye el kesme cezası yoktur.” (Nesâî, Kat’us Sarık: 13; Ebû Dâvûd: Hudûd: 14)

ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. İlim adamlarının uygulaması bu hadise göredir. Muğîre b. Müslim, Abdulazziz el Kasmelî’nin kardeşinden aynı şekilde rivâyet etmiştir. Ali b. el Medînî; Basralı olup Ebû’z Zübeyr’den, Câbir’den, İbn Cüreyc’in hadisinin bir benzerini rivâyet etmiştir.

AĞAÇLARIN MEYVELERINDEN VE DIĞER YENECEK SAKIZ GIBI ÜRÜNLERDEN DOLAYI EL KESMEK YOKTUR

1449- Rafi’ b. Hadîç (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: “Ne meyvede nede sakız gibi yenecek ürünlerde el kesme cezası yoktur.”(Ebû Dâvûd, Hudûd: 13; Nesâî, Kat’us Sârık: 11)

ž Tirmizî: Aynı şekilde bazı hadisçiler Yahya b. Said’den, Muhammed b. Yahya b. Habban’dan, amcası Vâsi’ b. Habban’dan ve Rafî’ b. Hadîç’den, Leys b. Sa’d’ın rivâyeti gibi rivâyet etmişlerdir.

Mâlik b. Enes ve pek çok kimse bu hadisi Yahya b. Saîd’den, Muhammed b. Yahya b. Habban’dan, Rafî’ b. Hadîç’den rivâyet etmiş olup “Vasî’ b. Habban’ı”zikretmemişlerdir.

SAVAŞTA MEYDANA GELEN HIRSIZLIK OLAYINDA EL KESME YOKTUR

1450- Büsr b. Ertae (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’den işittim şöyle buyurdu: “Savaşta yapılan hırsızlıkta el kesme yoktur.” (Ebû Dâvûd, Hudûd: 19; Nesâî, Kat’us Sârık: 16 )

ž Tirmizî: Bu hadis garibtir. İbn Lehia’dan başkaları bu hadisi aynı senedle benzeri şekilde rivâyet etmişlerdir. Büsr b. Ertae yerine Büsr b. ebî Ertae demişlerdir. Bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup Evzâî bunlardandır. Cezaya çarptırılan kimsenin düşman saflarına katılabileceği endişesinden dolayı savaşta el kesilmez görüşündedirler. Komutan harb bölgesinden çıkıp islam diyarına ulaşınca cezayı gerektiren iş yapana ceza uygulanır. Evzâî’de aynı görüştedir.

KARISININ CARIYESIYLE CINSEL ILIŞKIDE BULUNAN KIMSENIN CEZASI

1451- Habib b. Sâlim (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Karısının cariyesiyle cinsel ilişkide bulunan bir adamın durumu Numân b. Beşîr’e sunulmuştu da, O’da şöyle dedi: Bu davayı Rasûlullah (s.a.v.)’in verdiği hüküm gibi vererek halledeceğim. Eğer kadın o cariyeyi kocasına helal kılmış ise kendisine yüz değnek vurarak, helal kılmamış ise taşlayarak recmetmek şeklinde cezalandıracağım.” (Ebû Dâvûd, Hudûd: 27; İbn Mâce, Hudûd: 8 )

1452- Ali b. Hucr, Hûşeym vasıtasıyla Ebû Bişr’den, Habib b. Sâlim’den, Numân b. Beşîr’den bir benzerini rivâyet etmiştir. Katâde’den rivâyet ettiğine göre, şöyle demiştir: Habib b. Sâlim’e de böylece yazılmış idi. Ebû Bişr, Habib b. Sâlim’den hadis işitmemiştir. Bu şekilde aynen Hâlid b. Urfuta’dan da hadis rivâyet edilmiştir.

ž Tirmizî: Bu konuda Seleme b. Muhabbik’ten de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Numân’ın hadisinin senedinde karışıklık vardır. Muhammed’den işittim şöyle diyordu: Katâde bu hadisi Habib b. Sâlim’den işitmemiştir ve bunu sadece Hâlid b. Urfuta’dan rivâyet etmiştir.

Tirmizî: Karısının cariyesiyle cinsel ilişki kuran adam konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından aralarında Ali ve İbn Ömer’in de bulunduğu pek çok kişi taşlanarak öldürülür, demektedirler. İbn Mes’ûd ise ceza gerekmez sadece Tazir (azarlama) cezası uygulanır. Ahmed ve İshâk, Numân b. Beşîr’in hadisine göre uygulama yapmışlardır.

ZINAYA ZORLANAN KADINA ZINA CEZASI UYGULANMAZ

1453- Vâil b. Hucr (r.a.)’ın babasından rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) döneminde bir kadının zorla ırzına geçilmişti. Rasûlullah (s.a.v.), cezayı kadından kaldırdı zorla bu işi yapan kimseye tatbik etti. Râvî diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.)’in kadın için verilmesi gereken bir ücret = mehir’i zikretmemiştir. (İbn Mâce: Hudûd: 30 )

ž Tirmizî: Bu hadis garib olup senedi muttasıl değildir. Başka şekillerde de rivâyet edilmiştir. Muahmmed’den işittim şöyle diyordu: Abdulcebbar b. Vâil b. Hucr babasına yetişememiş bu yüzden de babasından hadis işitmemiştir. Babasının ölümünden birkaç ay sonra doğduğu söylenir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından ve başkalarından bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup “Zorlanan kimseye ceza gerekmez” görüşündedirler.

1454- Alkame b. Vâil el Kindî (r.a.)’in babasından rivâyete göre: Rasûlullah (s.a.v.) zamanında mescidde cemaatle namaz kılmak için evinden dışarı çıkan bir kadını bir adam yakaladı, üzerine kapanarak ona tecavüz etti kadın bağırınca adam kaçtı o esnada oradan başka bir adam geçiyordu. Kadın dedi ki: Beni şöyle böyle yapan adam budur. Muhâcirlerden bir grup oradan geçiyordu yine kadın o adam bana şöyle şöyle yaptı dedi. Kadının kendisine tecavüz etti sandığı kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın: Evet işte budur dedi. Bunun üzerine adamı Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdiler. Taşlanarak öldürülmesini emredince kadına gerçekten tecavüz eden kişi ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasûlü bu cezanın uygulanacağı kimse benim dedi. Peygamber (s.a.v.), kadına sen git Allah seni affetsin dedi. Suçsuz yere yakalanan adama da gönül alıcı sözler söyledi, gerçek suçlu adama ise: “Onu taşlayarak öldürün” buyurdu ve şöyle devam etti. Bu adam öyle bir tevbe etti ki Medîne halkı o şekilde tevbe etseydi bütün Medîne halkının günahlarına keffâret olurdu. (Müsned: 25980)

ž Tirmizî: Bu hadis hasen garib sahihtir. Alkame b. Vâil b. Hucr, babasından hadis işitmiştir. Alkame kardeşi Abdulcebbar b. Vâil’den büyüktür. Abdulcebbar b. Vâil babasından hadis işitmemiştir.

HAYVANLARLA CINSEL ILIŞKI KURAN KIMSENIN CEZASI

1455- İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her kimi bir hayvanla ilişki kurduğunu görürseniz onu da hayvanı da öldürünüz. İbn Abbâs’a: Hayvanın suçu nedir? Diye soruldu O’da cevaben şöyle dedi: Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.)’den bir şey işitmedim fakat Rasûlullah (s.a.v.)’in bu tür bir hayvanın etinden yenmesini ve ondan istifade edilmesini hoş karşılamadığı kanaatindeyim. Bu güne kadar uygulamalar da hep böyle olmuştur.” (Ebû Dâvûd, Hudûd: 29 )

ž Bu hadisi sadece Amr b. ebî Amr’ın, İkrime’den, İbn Abbâs’tan yaptığı rivâyetiyle bilmekteyiz. Sûfyân es Sevrî’nin Âsım’dan, Ebû Ruzeyn’den, İbn Abbâs’tan rivâyetine göre, şöyle demiştir:“Hayvana cinsel ilişkiyle yaklaşan kimseye ceza lazım gelmez.”

Aynı şekilde Muhammed b. Beşşâr, Abdurrahman b. Mehdî vasıtasıyla Sûfyân’dan bize bu hadisi aktarmıştır.

Bu hadis birinci rivâyetten daha sahihtir. İlim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup Ahmed ve İshâk bunlardandır.

HOMOSEKSÜELLIK YAPAN KIMSENIN CEZASI NEDIR?

1456- İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kimi Lut kavminin işlediği fiili yapar görürseniz her ikisini de öldürün.” (Ebû Dâvûd, Hudûd: 28; İbn Mâce, Hudûd: 12)

ž Tirmizî: Bu konuda Câbir ve Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Bu hadis bu şekliyle sadece İbn Abbâs’ın bu rivâyetiyle bilinmektedir. Muhammed b. İshâk bu hadisi Amr b. ebî Amr’dan rivâyet ederek şöyle der: “Lut kavminin yaptığı işi yapan melundur. Burada öldürülmek zikredilmemekte hayvana yaklaşan kimsenin de lanetlendiği kaydedilmektedir.”

Bu hadis Âsım b. Ömer’den, Süheyl b. ebî Salih’den, babasından ve Ebû Hüreyre’den aktarılarak “Yapanı da yapılanı da öldürünüz” şeklindedir.

Tirmizî: Bu hadisin senedinde söylenti vardır. Bu hadisi Süheyl b. ebî Salih’den ve Âsım b. Ömer el Ömerî’den başkasının rivâyet ettiğini bilmiyoruz. Âsım b. Ömer’in hafızası yönünden hadis konusunda zayıf olduğu kaydedilmiştir.

Homoseksüellik yapan kimsenin cezası konusunda âlimler değişik görüşler ortaya koymuşlar olup, bir kısmı evli de olsa bekar da olsa taşlanarak öldürülmesi görüşündedirler. Mâlik, Şâfii, İshâk bunlardandır. Bazı ilim adamları ve tabiin dönemi fıkıhçılarından Hasan el Basrî, İbrahim Nehaî, Atâ b. ebî Rebah ve diğerleri ise şöyle demektedirler: Homoseksüellik yapanın cezası zina yapanın cezası gibidir. Sevrî ve Küfeliler de aynı görüştedirler.

1457- Câbir (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, şöyle diyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:“Ümmetim üzerinde korktuğum şeylerin en korkuncu Lut kavminin işidir.” (İbn Mâce, Hudûd: 12)

ž Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir. Sadece bu şekliyle biliyoruz ki Abdullah b. Muhammed b. Ukayl b. ebî Tâlib, Câbir’den rivâyet etmiştir.

ISLAM DININDEN DÖNEN KIMSEYE UYGULANACAK CEZA

1458- İkrime (r.a.)’den rivâyete göre, Ali (r.a.), İslam’dan dönen bir topluluğu yakarak cezalandırdı. Bu durum İbn Abbâs’a ulaşınca ben olsaydım Rasûlullah (s.a.v.)’in sözü üzerine onları öldürürdüm çünkü Rasûlullah (s.a.v.):“Kim dinini değiştirirse onu öldürün”buyurur, Rasûlullah (s.a.v.)’in şu sözü ile “Allah’ın azabı ile azâblandırmayın” onları yakmazdım. Bu söz Ali’nin kulağına ulaşınca “İbn Abbâs doğru söyledi” dedi. (Ebû Dâvûd, Diyât: 1; İbn Mâce, Hudûd: 2)

ž Tirmizî: Bu hadis sahih hasendir. İlim adamlarının İslam dininden dönen kimselere uygulamaları bu hadise göredir. İslam dininden dönen kadın konusunda ayrı görüşler vardır. Kimi âlimler öldürülür derler Evzâî, Ahmed ve İshâk bunlardandır. Kimileri ise öldürülmez hapsedilir derler. Sûfyân es Sevrî başkaları ve Küfeliler bu görüştedirler.

MÜSLÜMAN, MÜSLÜMANA SILAH ÇEKEBILIR MI?

1459- Ebû Musa (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bize karşı silah çeken bizden değildir” (Buhârî, Fiten: 7; İbn Mâce, Hudûd: 19)

ž Tirmizî: Bu konuda İbn Ömer, İbn’üz Zübeyr, Ebû Hüreyre ve Seleme b. Ekvâ’dan hadis rivâyet edilmiştir.

Tirmizî: Ebû Musa hadisi hasen sahihtir.

SIHIRBAZ (CINLERLE ILGILENIP BAZI BILGILER VERENLERIN) CEZASI

1460- Cündüp (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sihirbazın cezası kılıçla öldürülmektir.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)

ž Tirmizî: Bu hadisi merfu olarak sadece bu şekliyle bilmekteyiz İsmail b. Müslim el Mekkî’nin hadis konusunda zayıf olduğu söylenmiştir. İsmail b. Müslim el Abdî el Basrî’ye gelince Vekî’ “O güvenilir kişidir, Hasan’dan hadis rivâyet etmiştir. Sahih olan rivâyet Cündüp’den mevkuf olarak rivâyettir. Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından ve başkalarından bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup Mâlik b. Enes’te bunlardandır. Şâfii der ki: “Sihirbaz kimse küfre götürecek şekilde bir iş yaparsa öldürülür. Küfre götürmeyen bir iş yaparsa öldürülmez” görüşündedir.

GANIMET MALA HAINLIK EDEN KIMSENIN CEZASI

1461- Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Her kimi ganimet malı aşırmış görürseniz onun o eşyasını yakın.”Salih diyor ki: Sâlim b. Abdullah ile beraber olduğu bir anda Mesleme’nin yanına girmiştim. Mesleme ganimet malına hainlik eden birini buldu ve Sâlim’in bu hadisi aktarması üzerine emretti eşyalarını yaktırdı eşyaları arasında birde Mushaf çıkmıştı, Sâlim demişti ki: Bunu sat bedelini sadaka olarak dağıt. (Ebû Dâvûd, Cihâd: 85; Darîmi, Siyer: 49 )

ž Tirmizî: Bu hadis garibtir. Ancak bu şekliyle bilmekteyiz. Bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup Evzâî, Ahmed, İshâk bunlardandır.

Tirmizî: Muhammed’e bu hadis hakkında sordum dedi ki: Bu hadisi sadece Salih b. Muhammed b. Zaide rivâyet ediyor ki bu şahıs Ebû Vakîd el Leysî’dir ve rivâyetleri münker (hoş karşılanmaz) dir. Muhammed devamla diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.)’den ganimet mala hainlik konusunda pek çok hadis rivâyet edilmiş olup bu hadislerde o malın yakılması emredilmemektedir.

Tirmizî: Bu hadis garibtir.

BIR ERKEĞE “EY KADINLAŞMIŞ KIŞI” DIYEN KIMSENIN CEZASI

1462- İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir adam bir adama ey Yahudî derse ona yirmi değnek vurun yine bir erkeğe ey kadınlaşmış erkek derse ona da yirmi değnek vurun, yine her kim evlenmesi haram olan anne , teyze, hala gibi kimselerle evlenirse onu da öldürün.” (İbn Mâce, Hudûd: 38 )

ž Tirmizî: Bu hadisi sadece bu şekliyle bilmekteyiz, İbrahim b. İsmail’in hadis konusunda zayıf olduğu söylenir. Bazı ilim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup şöyle derler: Her kim bilerek evlenmesi haram olan birisiyle evlenirse cezası öldürülmektir.

Ahmed diyor ki: Annesiyle evlenen öldürülür.

İshâk der ki: Her kim evlenmesi haram olan (kardeş, teyze, hala) kimselerle evlenirse öldürülür. Peygamber (s.a.v.)’den değişik şekillerde de bu hadis rivâyet edilmiştir. Berâ b. Âzib ve Kurre b. İyas el Müzenî’den rivâyete göre, bir adam babasının karısıyla evlenmiş Peygamberimiz (s.a.v.)’de onun öldürülmesini emretmiştir.

TA’ZIR (AZARLAMA) CEZASI NE KADARDIR?

1463- Ebû Bürde b. Niyâr (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Allah’ın cezalarından herhangi bir ceza dışında on değnekten fazla vurulmaz.” (Yani ta’zir cezalarının en fazlası on değnektir.)(Buhârî, Muharibîn: 28; İbn Mâce, Hudûd: 32 )

ž Tirmizî: Bu hadis hasen garib olup sadece bu şekilde bilmekteyiz. İlim adamları ta’zir (azarlama) cezası hakkında değişik görüşler ortaya koymuşlardır. Bu konuda en güzel hadis budur.

Tirmizî: İbn Lehîa bu hadisi Bükeyr’den rivâyet etmekte olup rivâyetinde yanılarak Abdurrahman b. Câbir b. Abdullah’ın babasından demektedir ki bu bir yanılmadır.

Sahih olan rivâyet Leys b. Sa’d’ın rivâyetidir ki bu rivâyet Abdurrahman b. Câbir b. Abdullah yoluyla Ebû Bürde b. Niyâr’dan gelen rivâyettir.

Sünen-i Tirmizi, İmam Tirmizi

Terceme: Abdullah Parlayan

Posted in İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

İSLÂM’A İNANMANIN GEREĞİ

Posted by MEHMET SELİM POLAT 01 Ağustos 2009

İSLÂM’A İNANMANIN GEREĞİ

Maide Suresi

İSLÂM’A İNANMANIN GEREĞİ

Bu kısa özetlemenin arkasından şimdi bu dersin ayetlerinin ayrıntılı açıklamasına geçiyoruz. Okuyalım:

67- Ey Peygamber, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı duyur. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kafirleri doğru yola iletmez.

68- De ki; “Ey Kitap Ehli, sizler Tevrat’a, İncil’e ve Rabbiniz tarafından size indirilen Kur’an’a gereği gibi uymadıkça boşluktasınız, hiçbir temele dayanmış değilsiniz. ” Rabbin tarafından sana indirilen ayetler, onların çoğunun azgınlığını ve kâfirliğini arttıracaktır. O halde kâfirler için üzülme.

69- Yahudilerden sabiilerden (yıldızlara tapanlardan) ve hristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanarak iyi ameller işleyenler için korku söz konusu değildir, onlar hiç üzülmeyeceklerdir.

Burada Peygamberimize kesin ve kararlı bir emir verildiğini görüyoruz. Ondan Rabbinin kendisine indirdiği mesajı olduğu gibi duyurması, bu sırada doğru sözü haykırırken hiçbir yan endişenin hesabını yapmaması isteniyor. Mesele bu kadar yalın ve kesin. Yoksa Peygamber duyurma görevini gerektiği gibi yapmamış, iyilik yükümlülüğünün gereğini yerine getirmemiş olur. O’nu insanlardan koruyacak olan, insanlara karşı sakındıracak olan bizzat yüce Allah’tır. Koruyucusu Allah olana, zavallı insanlar ne yapabilirler ki?

İnanca ilişkin doğru söz kekelenerek söylenmemeli, evelenip gevelenmemelidir. Tersine açık açık, dobra dobra söylenip duyurulmalıdır. Bu sözün karşıtları varsınlar, ne isterlerse söylesinler. Bu sözün düşmanları varsınlar, ne dilerlerse yapsınlar. İnanca ilişkin doğru söz, insanların keyiflerini pohpohlamayı, insanların arzularını, hatırlarını gözetmeyi amaçlamaz. Onun tek gözettiği şey, haykırılmak ve böylece tüm gücü ile kalplere işleyerek oralarda etkili olmaktır.

İnanca ilişkin doğru söz haykırılınca, hidayete yatkın kalplerin en ücra köşelerine kadar işler. Fakat eğer kekelenerek, kem-küm edilerek söylenirse iman etme yeteneği taşımayan katı kalpleri yumuşatamaz. Oysa kimi zaman hak davetçisi, gerçeği yumuşatarak, ya da allandırıp pullandırarak bu katı kalplerden olumlu karşılık alabileceğini umar. Okuyoruz:

“Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.”

O halde doğru söz kesin, kestirip atıcı, kapsamlı ve eksiksiz söylenmelidir. Hidayet ve sapıklık, kalplerin bu doğru söze açık olup olmamasına, bu sözü içlerine sindirmeye yetenekli olup olmamalarına bağlıdır; yoksa hak sözün zararına ya da hak söz konusunda yapılacak olan yumuşatmalara, yağcılıklara bağlı değildir.

İnanca ilişkin gerçeği kesin ve dobra dobra haykırmak, sertlik ve kabalık anlamına gelmez. Bilindiği gibi Peygamberimize, insanları Rabbinin yoluna çağırırken düşündürücü, etkileyici ve tatlı öğüt verici bir dil kullanması emrediliyor. Kur’an-ı Kerim’in farklı direktifleri arasında çelişki olmaz. Gerçeği açık ve kesin bir dille haykırmak ile, etkileyici ve tatlı öğüt verici bir üslup kullanmak, birbirleri ile bağdaşmaz şeyler değildir. Çünkü duyurma ve tanıtmanın yolu ve yöntemi ile içeriği ve konusu ayrı ayrı şeylerdir. Amaç inanca ilişkin gerçeği söylerken yağcılığa sapmamak, gerçeğin ortalarında buluşmaya razı olan bir uzlaşmacılığa yeltenmemektir. Çünkü inanca ilişkin gerçekler ortalamacı çözümlere elverişli değildirler.

Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) çağrı ve duyurma çalışmalarının ilk günlerinden itibaren, her zaman etkileyici ve öğüt verici bir dil kullanmayı prensip edinmişti. Bununla birlikte inanç konusunda açık ve net konuşmayı da hiç ihmal etmemişti. Nitekim kendisine karşısındakilere, “Ey kâfirler, ben sizin taptığınız ilahlara tapmam” demesi emredilmişti (Kadirun Suresi, 1) Böylelikle kafirlere gerçek sıfatları ile seslenme netliğini gösteriyor, inancını açık-seçik bir dille ortaya koyuyor, kendisine önerilen uzlaşmacı çözümü peşinen reddediyor, karşısındakilerin istediği gibi bir yağcılığa girişip onların yağcı reaksiyonlarına muhatap olmaya tenezzül etmemiş oluyordu. Onlara, “Eğer yolunuzda, inanç sisteminizde bir takım ufak-tefek değişiklikler yaparsanız aramızda mesele kalmaz” demiyordu. Tersine onlara yollarının katışıksız bir eğri yol olduğunu, kendisinin ise tam doğru yolu temsil ettiğini söylüyordu. Başka bir deyimle gerçeği yüksek perdeden, olduğu gibi ve kesinkes haykırıyor, fakat konuşurken kaba, kırıcı bir dil kullanmaktan özenle kaçınıyordu.

İşte bu sûrede dile gelen ilahî sesleniş ve ilahî emir. Okuyalım: ‘

“Ey Peygamber, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı duyur. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirleri doğru yola iletmez.”

Bu seslenişin öncesi ve sonrası açıkça gösteriyor ki, amaç, Kitap Ehli’ne inanç sistemlerinin gerçek mahiyetini, bu inanç sistemleri sebebi ile hak etmiş oldukları sıfatın ne olduğunu açıkça duyurmaktır, din, inanç sistemi ve iman bakımından boşluğa yuvarlanmış birer hiç olduklarını yüzlerine vurmaktır. Çünkü onlar, “Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbleri tarafından indirilmiş olan Kur’an’ı benimseyip pratik hayatlarına yansıtmıyorlar. Bundan dolayı Kitap Ehli oldukları, belirli bir inanç sistemine, belirli bir dine sahip oldukları biçimindeki iddiaları, realite ile çelişen kuru bir davadan ibarettir. Okuyoruz:

“De ki; `Ey Kitap Ehli, sizler Tevrat’a, İncil’e ve Rabbiniz tarafından size indirilen Kur’an’a gereği gibi uymadıkça boşluktasınız, hiç bir temele dayanmış değilsiniz.”

Burada Peygamberimiz, Kitap Ehli’nin din, iman, inanç sistemi bakımından boşlukta olduklarını, hiçbir güvenilir temele dayanmadıklarını yüzlerine vurmakla yükümlü tutuluyor. Oysa Peygamberimize bu kesin ve yüzcülükten uzak direktif verilirken, bu adamlar kendi kutsal kitaplarını okuyorlar, kendilerine yahudilik ve hristiyanlık yaftalarını yakıştırarak aslında “mümin” kimseler olduklarını söylüyorlardı. Fakat Peygamberimizin yüzlerine vurmakla yükümlü tutulduğu ilahî tebliğ, onların kendilerine yakıştırdıkları bu sıfatların hiçbirini onaylamaya yanaşmıyordu.

Çünkü “din” dille söylenen birtakım kuru sözler, okunan ve törenlere çeşni katan kitaplar, miras olarak devralınan ya da yakıştırma yolu ile sahip çıkılan bir takım sıfatlar ve yaftalar demek değildir. Din, hayat sistemidir, yaşama biçimidir. Kalplere işlemiş inancı, ibadetlerde somutlaşmış bir kulluk yaklaşımını ve hayatın tüm yönlerine yansıyan bir uygulama çabasını içeren bir hayat sistemidir. İşte Kitap Ehli, dini, bu temel tabana oturtmamış oldukları için, Peygamberimize, herhangi bir dine dayanmadıklarını, bu yönden tamamen boşlukta olduklarını yüzlerine karşı haykırması direktifi verilmiştir. Çünkü “Tevrat’a, İncil’e ve yüce Allah tarafından indirilen diğer mesajlara uymanın başta gelen gereği Kitap Ehli’nin, Peygamberimiz tarafından getirilen dine girmeleri idi. Sebebine gelince, bütün peygamberlere inanacaklarına, onları tutup destekleyeceklerine dair kendilerinden söz alınmıştı. Peygamberimiz ile müslümanlar hakkında, hem Tevrat’ta hem de İncil’de onlara tanıtıcı bilgiler verilmişti. Bu gerçeği bize, en doğru sözlerin söyleyicisi olan yüce Allah haber veriyor.

Buna göre Kitap Ehli “Tevrat’a, İncil’e ve Rabbleri tarafından indirilmiş olan diğer mesajlara gereği gibi uymamış” oluyorlardı. Acaba buradaki, “Rabbleri tarafından kendilerine indirilmiş diğer mesajlar” ifadesinden maksat nedir? Bu ifade ile ister bazı tefsir bilginlerinin dedikleri gibi, Kur’an-ı Kerim kasdedilmiş olsun, isterse Davud’a indirilen Zebur gibi daha önce gelen diğer kutsal kitaplar kasdedilmiş olsun fark etmez. Her iki durumda da şu sözümüz geçerlidir. Onlar, ellerindeki kutsal kitabi onaylayan ve ana amacını bünyesinde içeren bu yeni dine girmedikçe, “Tevrat’a, İncil’e ve Rabbleri tarafından indirilen diğer mesajlara gereği gibi uymuş” olmayacaklardır. Onlar, bu son dine girmedikçe bizzat yüce Allah’ın tanıklığı ile temelsiz, dayanaksız kalacaklardır. Peygamberimiz burada onlar hakkındaki bu ilahî kararı yüzlerine vurmakla, gerçek niteliklerini ve konumlarını kendilerine net bir dille tebliğ etmekle yükümlü tutuluyor. Aksi halde Rabbinin elçisi olma görevini yerine getirmemiş sayılacaktır. Aman Allah’ım! Ne ağır tehdit!

Hiç kuşkusuz yüce Allah, bu gerçeğin yüzlerine vurulmasının, bu kesin söze muhatap olmalarının onların kâfirliklerini, azgınlıklarını, inatlarını ve olumsuz reaksiyonlarını artıracağını biliyordu. Fakat bu bilgisi peygamberimize, bu gerçeği yüzlerine vurmasını emretmesine engel oluşturmadı: Ayrıca Peygamberimize, bu açık bildirim sebebi ile, katmerleşecek olan kâfirlikleri, azgınlıkları, sapıklıkları, ilahî çağrıya kulak asmamazlıkları yüzünden esefe kapılmamasını, üzülmemesini telkin ediyor. çünkü yüce Allah’ın hikmeti, doğru sözü mertçe haykırılmasını ve insanların vicdanlarını etkileme şansına kavuşturulmasını gerektiriyor. Bundan sonra ise, doğru yola giren bile bile girsin ve sapıtan da bile bile sapıtsın. Yüce Allah’ın deyimi ile “Mahvolan bile bile mahvolsun, hayat bulan bile bile hayat bulsun” (Enfal Suresi, 42) Ayetin devamını okuyalım:

“Allah tarafından sana indirilen ayetler, onların çoğunun kâfirliğini ve azgınlığını arttıracaktır. Fakat sen kâfirler için üzülme.”

Yüce Allah bu direktifi ile İslâm davetçilerinin uygulayacakları yöntemin ana hatlarını çiziyor, onlara bu yöntemin içerdiği hikmeti açıklıyor, onlara doğru söz karşısında küplere binerek, kafirliklerinin ve azgınlıklarının dozunu daha da arttıracak nasipsizlerin içine düşecekleri çıkmazdan dolayı eseflememeleri teselli üslubu ile söylüyor. Bu nasipsizler sözü edilen bedbaht akıbete müstahaktırlar. Çünkü kalpleri doğru söze tahammül edemiyor. Bu kalplerin derinliklerinde hayrın ve samimiyetin kırıntısı bile yoktur. Buna göre bu kalpleri doğru sözle yüzyüze getirmek, yüce Allah’ın hikmetinin gereğidir. Doğru sözle yüzyüze gelsinler de içlerinde saklı duygular açığa çıksın, derinliklerinde barındırdıkları kâfirliği ve azgınlığı meydana vursunlar da azgınların ve kafirlerin çarpılacakları cezaya çarpılmayı hakketsinler!

Şimdi yeniden müslümanlar ile Kitap Ehli arasında dostluk, işbirliği ve yardımlaşma meselesine dönüyoruz. Yalnız burada bu meseleyi, Peygamberimize yöneltilen yukardaki açık sözlü tebliğ yükümlülüğünün ve bu kesin tavır yüzünden çoğu Ehli Kitap bağlıları arasında görülen kâfirlik ve azgınlık tırmanmasının ışığı altında ele alacağız. Acaba ne görüyoruz?

Gördüğümüz şu. Yüce Allah “Tevrat’a, İncil’e ve Rabbleri tarafından indirilmiş olan diğer mesajlara gereği gibi uymadıkça” ve bu uymuşluğun doğal sonucu olarak bu son dine girmedikçe, yahudiler ile hristiyanların hiçbir temelli inanca sahip sayılamayacaklarını belirtiyor. Onların yüce Allah tarafından böyle görüldükleri açık ve yalın bir gerçektir. Nitekim bu gerekçe ile onlar, Kur’an’ın birçok yerlerinde yüce Allah’a ve Peygamberimize inanmaya çağrılıyorlar. Demek ki onlar, “Allah’ın dini”nin çerçevesi içinde değildirler. Demek ki onlar, yüce Allah’ın onayladığı bir “din”in bağlıları sayılamazlar.

Gördüğümüz bir başka realite de şudur: Yüce Allah, bu gerçeği onların yüzlerine vurulmasının, çoğunu daha koyu bir kâfirliğe ve azgınlığa sürükleyeceğini biliyor. Buna rağmen Peygamberimize, bu gerçeği hiç çekinmeden yüzlerine vurmayı emrediyor ve bu yüzden çoğunluğunda meydana gelecek olan sapıklık artışı karşısında üzüntüye kapılmamasını tembihliyor.

Şimdi eğer biz, bu konudaki Allah’ın sözünü son söz olarak kabul edersek, -ki işin doğrusu ve olması gerekeni budur- yahudiler ile hristiyanları “din”li insanlar olarak kabul etmenin hiçbir gerekçesi kalmaz. Böyle olunca kimi aldanmışların ve aldatıcıların ileri sürdükleri gibi “müslüman” dinsiz-ateistlere ve komunistlere karşı mücadele etmek üzere onlar ile işbirliği yaparken hangi ortak temele dayanacaktır? Bu adamlar, Tevrat’a, İncil’e ve Allah tarafından indirilen diğer mesajlara uymadılar ki, müslüman, onları şu ya da bu oranda aslı-temeli olan bir inancın sahibi saysın. Müslüman, yüce Allah’ın kararından başka bir karar veremez ki!

“Allah ve Peygamberi bu konuda kesin hüküm verdikten sonra mümin erkek ve kadınların artık o konuda hiçbir tercih yetkileri kalmaz.” (Ahzab Suresi, 36)

Yüce Allah’ın sözü her zaman geçerlidir. Konjonktürel şartlar onun hükmünü ortadan kaldırmaz.

Eğer bu konuda yüce Allah’ın söylediği sözü, son söz olarak kabul edersek -ki işin doğrusu ve yapılması gerekeni budur- bu gerçeği yahudiler ile hristiyanların yüzlerine vurunca küplere bineceklerini, bize karşı daha saldırgan kesileceklerini hesap etmeye kalkışamayız. Bu tehlikeleri önlemek bahanesi ile sevgilerini, sempatilerini kazanalım diye, “sizin dininiz doğru bir dindir, biz sizin dininizin doğruluğunu onaylıyoruz. Geliniz, elele verelim de hem sizin dininizi hem de bizim dinimizi ortak düşmanımız olan Allah tanımazlığa karşı savunalım” diyemeyiz, böylece onların “asılsız” inançlarını, yüce Allah’ın tek kabul ettiği din olan, kendi hak dinimiz ile eşdeğer saymaya yeltenemeyiz.

Yüce Allah, bize böyle bir direktif vermiyor, böyle bir onaylamaya kalkışmamızı kabul etmiyor, böyle bir işbirliğine girişmemizin günahını bize bağışlamıyor. Hatta böyle bir işbirliğine kaynaklık eden düşüncemizin suçunu bile affetmiyor. Çünkü o takdirde biz, yüce Allah’ın kararından başka bir karar vermiş, O’nun tercihine aykırı bir tercih ortaya koymuş oluruz; bunun sonucunda, sapık bir inanç sistemini “ilahî” bir din olarak tanıyarak onunla, ilahî din bazında ortak olduğumuzu söylemiş oluruz. Oysa yüce Allah, yahudiler ile hristiyanların “Tevrat’a, İncil’e ve Allah tarafından indirilmiş diğer mesajlara uymadıkça” hiçbir gerçek kırıntısına dayanmış sayılamayacaklarını söylüyor. Yahudiler ile hristiyanlar ise, Allah’ın bu şartını yerine getirmiyorlar. O’nun bu sözüne kulak asmıyorlar.

Müslüman olduklarını söyledikleri halde yüce Allah’ın indirmiş olduğu mesajların gereğine uymayanlar da tıpkı bu yahudi ve hristiyanlar gibidirler, onlar da inanç bakımından boşluktadırlar, gerçeklik temelinden yoksundurlar. Yüce Allah’ın yukardaki sözü, kitaplarının hükümlerini benliklerinde ve hayatlarında uygulamaya koymayan bütün kutsal kitap taraftarları için geçerlidir. Müslüman olmak isteyen kimse, yüce Allah’ın kitabını benliğinde ve hayatında uygulamaya koyduktan sonra bu kitabı uygulama dışı tutanlara karşı, bu kitabın hükümlerine uymadıkça hiçbir gerçeğe dayanmadıklarını, dindar oldukları şeklindeki iddialarının bizzat dinin sahibi olan yüce Allah tarafından reddedildiğini açık açık haykırmakla görevlidir. Bu konuda net bir tavır ortaya koymak zorunludur. Yüce Allah’ın kitabını benliğinde ve hayatında uygulamaya koyan “müslüman”ın bundan sonraki görevi ilahî kitabın içeriğine yüz çevirmiş söz konusu kişileri yeni baştan “İslam”a çağırmaktır. Çünkü insanın, sadece kuru sözle ya da mirasçılık mantığı ile müslümanlık iddiasında bulunması onu, müslüman yapmaz, kalbini imanla doldurmaz, yüce Allah’ın dinine bağlılık sıfatı kazandırmaz. Böyle bir kimse hangi milletten olursa olsun, hangi zamanda yaşarsa yaşasın fark etmez.

Gerek bu sözde müslümanlar ve gerekse öbürleri, yani yahudiler ile hristiyanlar, ne zaman yüce Allah’ın kitabını hayatlarında uygulamaya koyarlarsa işte o zaman, “müslüman” onlarla işbirliği yapabilir; ancak o zaman onlarla elele vererek, Allah tanımazlık-ateizm belâsına ve bu insanlık musibetinin taraftarlarına karşı “din”in ve “dindar”ların savunmasına girişebilir. Ama bu ortak noktada buluşulmadan önce böylesine bir işbirliği bos bir iştir, aldanmışların ya da aldatıcıların ileri sürdükleri bir yutturmaca, iki yüzlü bir kandırmacadır!

Yüce Allah’ın dini, ne kuru bir yafta, ne içi boş bir slogan ve ne de atalardan geçen bir miras değildir. Yüce Allah’ın dini, vicdanlara yansıyan ve hayat tarzlarında, kalpleri donatan inanç sisteminde, Allah’a sunulan ibadet amaçlı davranışlarda ve hayata yön veren sosyal düzende somutlaşan bir realitedir. Yüce Allah’ın dini ancak, bu çok boyutlu bütünlük içinde varolabilir. İnsanlar bu çok boyutlu bütünlüğü vicdanlarında ve hayat tarzlarında gerçekleştirmedikçe, yüce Allah’ın dinine koyulmuş sayılamazlar. Bunun dışındaki her görüş tarzı, inanç sistemini sulandırmak ve gönül avutmaktır, dürüst bir “müslüman” böyle bir aldatmacaya asla girişmez.

“Müslüman” bu gerçeği, sesinin olanca yüksekliği ile haykırmalı, insanlar ile arasındaki uzaklığın ve yakınlığın derecesini bu esasa göre ayarlamalıdır. Bu mesafe koyma işleminden doğacak sonuçları düşünmek, onun üzerine vazife değildir. Koruyucu Allah’tır ve “Allah kâfirleri doğru yola iletmez.”

İslâm davetçisi, insanları benimsemeye çağırdığı gerçeği bütün yönleri ile buyurmadıkça ve yağcılıksız, tavizsiz bir dille karşısındakilerin inanç sistemlerindeki bozuklukları olduğu gibi ortaya dökmedikçe, yüce Allah’ın mesajını insanlara duyurmuş ve böylece insanların Allah karşısında ileri sürebilecekleri gerçeklerden habersizlik bahanesinin yolunu tıkamış sayılamaz. Eğer davetçi, insanlara zarar dokundurmaktan gerçekten kaçınmak istiyorsa ve onlara yararlı kalmayı amaçlıyorsa şu yöntemi adım adım izlemelidir: Karşısındakilerin inanç açısından boşlukta olduklarını, inandıkları ve hayatlarına yansıttıkları yargıların kökten asılsız ve eğri olduğunu açık açık söylemelidir. Onları, bağlı oldukları ve hayatlarında uyguladıkları düşüncelerden tamamen farklı bir inanç ve düşünce sistemine çağırdığını belirtmelidir. Kendilerini köklü bir değişime, uzak amaçlı bir dönüşüme, uzun bir yolculuğa; düşüncelerinde, sosyal kurumlarında, düzenlerinde ve ahlâk sistemlerinde çok boyutlu bir başkalaşıma çağırdığını peşinen açıklamalıdır. Böylece insanlar davetçilerin aydınlatıcı açıklamaları sayesinde benimsemeye çağrıldıkları gerçekle aralarındaki mesafenin boyunu net olarak öğrenmelidir. Ta ki, bu bilginin ışığında, yüce Allah’ın deyimi ile: “Mahvolan bile bile mahvolsun, hayat bulan da bile bile hayat bulsun.”

Bazı davetçiler kimi zaman lâfı ağızlarında eveleyip geveleyerek ve kem-küm ederek insanların inandıkları ve pratik hayatlarında uyguladıkları batıl ile benimsenmesine çağırdıkları hak arasındaki köklü farklılığı, savundukları gerçek ile karşılarındakilerin uyduğu eğrinin arasındaki uçurumu belirtmekten kaçınırlar. Söz konusu davetçiler ya içinde bulundukları özel şartların baskısı ile ya da insanların hayat tarzlarının, düşüncelerinin ve inançlarının kendilerine dikte ettiği pratik realiteye ters düşmekten çekindikleri için, bu tavizci yola başvururlar. Fakat onlar iyi bilmelidirler ki, bu durumda karşılarındaki insanları aldatmış, kayba uğratmış olurlar. Çünkü onlara, kendilerinden ne yapmalarını istediklerini olduğu gibi anlatmamışlardır. Üstelik yüce Allah’ın, kendilerini duyurmakla görevlendirdiği gerçekleri insanlara duyurmamış olurlar.

İnsanları yüce Allah’a çağırırken gösterilmesi gereken yumuşaklık davetçinin kullanacağı davet üslubunda bulunmalıdır, yoksa duyurduğu gerçeğin içeriğini yumuşatması düşünülmemelidir. Gerçek insanlara olduğu gibi, hiçbir kısıntıya yeltenilmeksizin, insanlara duyurulmalıdır. Duyurmanın ve tanıtmanın üslubuna gelince, temelde etkili olmaya ve tatlı öğüt vermeye önem vermesi gereken bu faaliyet, uygulamaya konduğu çevrenin ve zamanın özel şartlarına uyarlanarak yürütülür.

Günümüzde bazılarımız, dünyaya bakınca yahudiler ile hristiyanlar (Kitap Ehli’nin) sayıca kalabalık ve maddi güç bakımından üstün olduklarını görüyor. Arkasından çeşit çeşit putlara tapan putperest toplumlara bakıyor, onların da sayıca, yüzlerce milyonlara vardıklarını ve devletlerarası konularda sözleri dinlenen bir konuma sahip olduklarını görüyor. Bu arada materyalist ideolojilerin taraftarlarına bakıyor, onların da kalabalık nüfuslar oluşturduklarını, bunun yanında ölüm kusan gelişmiş teknolojik silahlara sahip olduklarını görüyor. Bütün bunlardan sonra müslüman olduklarını söyleyenlere bakınca, dünya siyasetinde hiçbir ağırlıkları olmadığını görüyor. Çünkü bu kimseler yüce Allah’ın kendilerine indirmiş olduğu kitabın hükümlerine göre yaşamıyorlar. Bu durum sözünü ettiğimiz gözlemcilerin ağırına gidiyor. Bu yüzden, şu sapık insanlığın tümü ile karşısına dikilip yüzlerine karşı kesin gerçeği yüksek sesle haykırmak kendilerine ağır geliyor. Bütün insanlığa yanlış yolda olduklarını, boş inançlara tutsak düştüklerini duyurmayı, arkasından insanlara “hak din”i anlatmayı yararsız görüyorlar.

Oysa doğru yol bu değildir. Cahiliye, tüm yeryüzünü kaplamış olsa da, yine cahiliyedir. Tüm insanların pratikleri, yüce Allah’ın dinine dayanmadığı sürece hiçtir, temelsizdir. Davetçinin görevi aynıdır, bu görevi ne sapıkların kalabalıklığı ve ne de eğrilik (batıl) yanlılarının şişkin görünümü değiştiremez. Çünkü eğrilik kof bir sistir. Bu davanın ilk çağrısı, nasıl o günün tüm yeryüzü halkına inanç ve hayat biçimi bakımından bir hiç olduklarını haykırarak işe başladı ise, bugün de bu misyon sesinin olanca gürlüğü ile ortalığı çınlatmaya devam etmelidir. Zaman döndü dolaştı ve yüce Allah’ın Peygamberimizi duyurma görevi ile gönderdiği, O’na şöyle seslendiği günün benzerine gelip dayandı. Yüce Allah’ın bu çağrısını bir daha okuyoruz:

“Ey Peygamber, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı insanlara duyur. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirleri doğru yola iletmez.”

“De ki; `Ey Kitap Ehli, sizler Tevrat’a, İncil’e ve Rabbiniz tarafından size indirilen Kur’an’a gereği gibi uymadıkça boşluktasınız, hiçbir temele dayanıyor değilsiniz.”

Bu ayetlerin devamında yüce Allah’ın insanlardan kabul edeceği “din”in ne olduğu, son kez vurgulanıyor. Evet, insanların sıfatları, ünvanları ve Allah’ın sonuncu elçisi olan Peygamberimizden önce bağlı oldukları inanç sistemleri ne olursa olsun, acaba yüce Allah onlardan hangi dini kabul ediyor? Tarihin karanlık dönemlerinden günümüze kadar ortaya çıkmış çeşitli dinlere ve mezheplere bölünen insanlık, acaba hangi dinin ortak platformunda buluşmalı, kaynaşmalıdır? Okuyalım:

“Müminlerden, yahudilerden, sabiilerden (yıldıza tapanlardan) ve hristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanarak iyi ameller işleyenler için korku söz konusu değildir, onlar hiç üzülmeyeceklerdir.”

Buradaki “müminler”den maksat, müslümanlardır; “yahudiler”den ise İsrailoğulları. “Sabiiler” ise çoğu tefsir bilginlerinin ileri sürdüklerine göre, Peygamberimizin peygamber olarak görevlendirilişinden önce, putperestliği bırakarak belirli bir dine ya da mezhebe bağlanmaksızın tek ilaha kulluk etmeye yönelen bir insan topluluğudur. Aralarında çok az sayıda Arap da vardır. “Hristiyanlar”dan maksat da bilindiği gibi Hz. İsa’nın (selâm üzerine olsun) taraftarlarıdır.

Okuduğumuz ayet şu ilkeyi ortaya koyuyor: Kim Allah’a, ahiret gününe inanır ve iyi ameller işlerse, kurtuluşa ermiştir. Yalnız bu ayetten dolaylı olarak bir diğer bazı ayetlerden doğrudan doğruya çıkardığımız anlama göre, kurtuluşa erecek bu kimseler burada söz konusu edilen şartları, yüce Allah’ın sonuncu elçisi olan Peygamberimizin getirdiği talimatlar uyarınca yerine getirmelidirler. Bu takdirde:

“Onlar için korku söz konusu değildir, onlar biç üzülmeyeceklerdir.”

Bunun yanısıra bu kimseler, artık ne daha önceki sapık inançlarından dolayı ve ne de o güne kadar taşıdıkları çeşitli ünvanlar ve adlardan ötürü sorumlu tutulmayacaklardır. Çünkü önemli olan en son ünvandır.

Bu ayetten dolaylı olarak çıkardığımız bu anlam aslında, “din” kavramının zaruri anlamıdır. Çünkü bu inanç sisteminin yalın ve tartışma kaldırmaz ilkesine göre Peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusudur; O, bütün insanlığa gönderilmiştir; buna göre daha önceki dinleri, mezhepleri, inançları, milliyetleri ve yurtları ne olursa olsun, bütün insanlar O’nun getirdiği ilahi mesaja, bu mesajın hükümleri uyarınca inanmaya çağrılıdırlar. İnsanlar, bu mesajın hem bütününe ve hem de ayrıntılarına inanmakla yükümlüdürler. Kim Peygamberimizin peygamberliğine ve getirdiği mesajın bütününe ya da ayrıntılarına inanmazsa sapıktır, doğru yolun dışındadır. Yüce Allah, onun daha önceki dinini geçerli saymaz ve böyle bir kimse bu ayetteki, “Onlar için korku söz konusu değildir, onlar hiç üzülmeyeceklerdir.” müjdesinin kapsamına girmez.

Bu ilke, “din” kavramından zorunlu ve dolaysız olarak anlaşılan ve hiçbir gerçek müslümanın, günümüzün güçlü görünümlü cahiliye realitesinin baskısı altında ağzında eveleyip geveleyebileceği, kekemeli ve kem-kümlü ifadeler ile boğuntuya gelmesine meydan vermeye razı olamayacağı kesin bir gerçektir. Bu ilke aynı zamanda müslümanın, yeryüzünde yaşayan diğer insanlarla ilişki kurarken de ölçü olarak tutacağı ve asla gözden kaçırmayacağı bir prensiptir. Müslüman, her dinin ve her mezhebin taraftarına bu ilkenin ışığında not verecektir. Günümüz cahiliye uygarlığının baskısı, müslümanı bu konuda kaypaklığa zorlamamalı, onu söz konusu sapık dinlerin ve mezheplerin taraftarlarını aklamaya, sözde dinlerini yüce Allah’ın kabul edebileceği gerçek bir “din” saymaya; onları dost, yandaş ve müttefik edinmeye sürüklememelidir.

“Kim Allah’ı, Peygamber’i ve müminleri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur.” (Maide Suresi, 56)

Olayların görüntüsü ne olursa olsun, kesin gerçek budur. Kim bu tek hak dinin esasları uyarınca yüce Allah’a ve ahiret gününe inanır, aynı zamanda iyi ameller işlerse böyleleri için ne dünyada ve ne de ahirette korku söz konusu değildir. Onlar ne kof bir sis tabakasını andıran cahiliye uygarlığının batıl gücünden korkarlar ve ne de iyi ameller işleyen mümin nefislerinden yana kaygılı olurlar. Ayrıca onlar hiç üzülmeyeceklerdir de.

Daha sonraki ayetlerde tekrar yahudilerin tarihlerine dönülüyor, onların inanç ve yaşama tarzı bakımından boşlukta oldukları vurgulanıyor, bu yüzden onların İslâm’a çağrılmaları gerektiği, bu dinin kendilerine duyurulmasının kaçınılmaz olduğu, ancak bu çağrıya uyunca yüce Allah’ın dinine sığınmış olacakları belirtiliyor. Bu arada onların değişmeyen karakterleri açığa vurgulanarak müslümanların gözleri önüne seriliyor. Böylece müslümanların gözünden düşmeleri sağlanarak kalplerinin onları dost edinmekten, kendileri ile işbirliği yapmaktan nefret etmesi sağlanmaya çalışılıyor. Çünkü yahudilerin gerçek ve din karşısındaki düşmanca tutumları eskiden olduğu gibi devam ediyor.

http://islamnizami.blogspot.com/2009/07/maide-suresi-10.html

Posted in İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Zinanın Büyük Günah Olduğu

Posted by MEHMET SELİM POLAT 31 Temmuz 2009

2310. …Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’dan; demiştir ki: Ey Allah’ın Rasûlü, en büyük günah hangisidir? diye sordum da Rasûl-i Ekrem;

“Seni yaratmış olduğu halde Allah’a şirk koşmalıdır,” buyurdu.

Sonra hangisidir? dedim. (O);

“Seninle beraber yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir,” diye cevâp verdi.

Sonra hangisidir? dedim.

“Komşunun helâliyle zina etmendir,” buyurdu. Abdullah b. Mes’ûd dedi ki, Yüce Allah Peygamber (s.a.)’in bu sözünü doğrula mak için şu âyet-i kerîmeyi indirdi; “Allah’ın hâlis kullan o kimse lerdir ki, Allah’la beraber başka bir tanrıya dua etmezler, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler. Zînâ da etmezler. Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarpar.”

Ravi: Ebu Davud

http://islamhayati.bir.tc/2009/07/29/zinanin-buyuk-gunah-oldugu/

Posted in AYETLER, AİLE, EĞİTİM, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

Allah Nezdinde Hak Din,İslâmdır.

Posted by MEHMET SELİM POLAT 21 Mayıs 2009

Allah Nezdinde Hak Din,İslâmdır.
_______________________
(ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet)
إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.
______________________
(TEVBE suresi 29. ayet)
قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.
______________________
(TEVBE suresi 33. ayet)
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.
_____________________
(İBRÂHİM suresi 10. ayet)
قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَـمًّى قَالُواْ إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِّثْلُنَا تُرِيدُونَ أَن تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَآؤُنَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi(hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!.
_____________________
(FETİH suresi 28. ayet)
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.
———————–
(MÂİDE suresi 51. ayet)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.
———————–
(MÂİDE suresi 33. ayet)
إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.
————————
(MÂİDE suresi 82. ayet)
لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ وَلَتَجِدَنَّ أَقْرَبَهُمْ مَّوَدَّةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ قَالُوَاْ إِنَّا نَصَارَى ذَلِكَ بِأَنَّ مِنْهُمْ قِسِّيسِينَ وَرُهْبَانًا وَأَنَّهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ
İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da “Biz hıristiyanlarız” diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.
—————————
(BAKARA suresi 120. ayet)
وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
______________________
“Allah’tan başkasına yemin eden, şüphesiz apaçık bir şirk koşmuştur. (Hadis-i Şerif)
(Tirmizi)
______________________
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُواْ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَـذَا وَإِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنِيكُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ إِن شَاء إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
(TEVBE suresi 28. ayet) Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.
http://sites.google.com/site/dindensapmalar/

Posted in AYETLER, İSLAM | Etiketler: , | 1 Comment »

Siyasetin Çirkinlikleri

Posted by MEHMET SELİM POLAT 23 Aralık 2008

ALDATMAK:
(Men reşşe feleyse minna=bizi aldatan bizden değildir-Hadis).
Birinci dönem,AKP ye üye oldum,oğlum gençlik kollarında çalıştı.İkinci dönem yani 22 temmuz seçimlerinde bütün oylarımızı çürüttük.Çünkü AKP ile CHP’nin,MHP ile DTP’nin farkını göremedim.1995 yılında Bir insanın iki dini olmaz,ya İslam veya Laik diyen,Bugün Laikliği seçmişse bu bir aldatmadır.1997 yılında AB ye giremeyiz,Hıristiyan kazanında eriyemeyiz diyen,AB zaten bizi almıyor diyen.Bugün AB ye girebilmek için her çabayı sarfetmektedir.Tıpkı CHP gibi davranılmıştır.CHP her zaman başörtüsüne karşı olmuş.Seçim yaklaşınca çarşaflı kadınları temin  ederek Hürriyetten dem vurmuştur.Bu aldatma siyaseti olmazsa olmazmı?.
Bir insan iki şey için oy verir.
  1. Ma’neviyat ,(Allah katında Tek din İslamdır.) Ayeti, 14 saırdır Hutbelerde  okunmaktaydı.Avrupanın talimatıyla kaldırıldı.Cami,Havra ve Kiliseyle eş anlama getirildi.Halbuki.Hıristiyanlık DİN değildir.Siyasi ve Tarihi bir oluşumdur.Oy oğruna Aleviliği,Cem evlerini İbadethane haline getirmeye çalıştılar,Halbuki müslüman aleviler camilere gidebilirdiler.Bugünkü alevilik anlayışı Din veya Mezhep değildir.Saz çalıp dans edilecekse,Diskotek açabilirler.Bu cümbüşe islam demek,islam dinine hakarettir.

  2. Maddiyat.Halk’a Odun,Kömür dağıtmakla halkın refahını yükseltemezler.Halkın dilenmeye değil,çalışıp hayatını kazanmaya ihtiyacı vardır.Balık vereceklerine,balık tutmayı öğretmelidirler.Sahibi olursa Türkiye zengindir.Eğitim kaliteli olursa ülke kurtulur.

Başka Altarnatifi yoktur.

  1. Maneviyatımız sıfırı tüketti,9.Haçlı seferi çoktaaan başlatıldı.Müslümanlar ikinci sınıf muamelesi görmektedir.Her taraf Allahın kamusal alanı iken,Devletin kamusal alanı olarak ilan ettiler.PKK ‘nin af furyası devam etmektedir.APO(Artin Agopyan) benden iyi beslenmektedir.ABD ve AB düşmanlarıyla dost olunmaktadır.Halbuki Allah onları dost edinmeyi yasaklamış.Ve AB ye giremiyeceklerini haber vermiştir.AKP ile ABD ve İngiltere gibi ezeli düşmanlar birlik olarak.islâm alemini kana buladılar.Başta Irakta 1 milyon.600 bin müslümanı katlettilr,400 bin kadının ırzına geçtiler,200 bin çocuğu hapislerde çürüttüler.Irakı yerle bir edip,Kukla devlet kurdurdular.Petrolü ABD ye taşıttırdırlar.İncirlik ve İskenderun ABD için kullandırıldı.Habur kapısı sadece ABD ye çalışıyor vesaire.vesaire.

  2. Maddiyat ise Ülkenin %60’ı inim inim inlemektedir,çünkü IMF’ye bağlı hareket edilmektedir.çoluk çocuğum aç ve işsiz.Adaletin ise A.. sı kaldı.10 milyar maaş alan Vekiller dar gelirliyi düşünemezler.Ekonomiyi çökerttiler.Bu açıkça zulümdür.

Zulüm ile Âbad olanın,sonu berbâd olur.

 


 

Ülkenin kurtulması,İslâm dinine önem vermekle,Kuranı Kamusal alana sokmakla mümkün olur.Anladımki,Partilerden Huzur Gelmiyecektir.Partim Yoook.
Baş örtüsüyle oğraşmak yerine,namazı yasaklamak yerine serbest etmeli,islâm ahlakını gençlerimize öğretmelidirler.Kurtuluş İslamdadır.

Posted in GÜNCEL, İSLAM | 3 Comments »

Allah’a İtaat Etmiyene,İtaat Edilmez

Posted by MEHMET SELİM POLAT 30 Kasım 2008

İtaat

(NİSA suresi 34. ayet)
Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

(NİSA suresi 59. ayet)
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.

(NİSA suresi 64. ayet)
Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.

(NİSA suresi 69. ayet)
Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!

(NİSA suresi 80. ayet)

Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!. (MÂİDE suresi 92. ayet)

Allah’a itaat edin, Resûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.

(ENFÂL suresi 1. ayet)

Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber’e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.

(ENFÂL suresi 20. ayet)
Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin.

(ENFÂL suresi 46. ayet)
Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

(TEVBE suresi 71. ayet)
Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.

(NAHL suresi 120. ayet)
İbrahim, gerçekten Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi; Allah’a ortak koşanlardan değildi.

(TÂHÂ suresi 90. ayet)
Hakikaten Harun, onlara daha önce: Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah’tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz.

(MÜ’MİNÛN suresi 34. ayet)

“Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz.”

(NÛR suresi 47. ayet)
(Bazı insanlar:) “Allah’a ve Peygamber’e inandık ve itaat ettik” diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.

(NÛR suresi 51. ayet)
Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.

(NÛR suresi 56. ayet)
Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber’e itaat edin ki merhamet göresiniz.

(ŞUARA suresi 108. ayet)
Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

(ŞUARA suresi 110. ayet)
Onun için, Allah’tan korkun ve bana itaat edin.

(ANKEBÛT suresi 8. ayet)
Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.

(AHZÂB suresi 33. ayet)
Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

http://sites.google.com/site/islamnahcesi/Home/allah-a-itaat-etmiyene-itaat-edilmez

Posted in AYETLER, AİLE, İSLAM | Etiketler: , | Leave a Comment »

En Güzel Örnek Hz.Muhammeddir

Posted by MEHMET SELİM POLAT 16 Kasım 2008

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

(ENBİYÂ suresi 107. ayet)

(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.

 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا

(FURKÂN suresi 56. ayet)

(Resûlüm!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

 

إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ

(KASAS suresi 56. ayet)

(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.

 

وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ إِذًا لَّارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ

(ANKEBÛT suresi 48. ayet)

Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı.

 

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا

(AHZÂB suresi 45. ayet)

Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

 

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ

(FATIR suresi 22. ayet)

Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittiremezsin!.

 

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَولِيَاء اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ

(ŞÛRÂ suresi 6. ayet)

Allah’tan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin.

 

أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ

(ZUHRUF suresi 40. ayet)

(Resûlüm!) Sağırlara sen mi işittireceksin; yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?.

 

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ

(CÂSİYE suresi 18. ayet)

Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.

 

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ

(TEĞÂBÜN suresi 12. ayet)

Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.

 

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ

(KALEM suresi 4. ayet)

Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

_____________________________

Posted in AYETLER, GÜNCEL, SİYASET, İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »

İSLÂM DİNİNİN ÖZELLİKLERİ

Posted by MEHMET SELİM POLAT 16 Kasım 2008

İSLÂM DİNİNİN ÖZELLİKLERİ 

  1) İslâm, son dindir. İslâm dini’nden başka din gelmeyecek, hükümleri kıyamete kadar devam edecektir. İslâm dini’ni insanlara tebliğ eden Hz. Muhammed (s.a.s.) son Peygamberdir, ondan sonra başka peygamber gelmeyecektir.

  2) İslâm evrensel bir dindir. Önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dinler, belirli milletlere geldiği halde İslâm dini, bütün dünya milletlerine gönderilmiştir.

  3) İslâm dini’nin hükümleri bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde mükemmeldir. Bu sebeple başka bir dine ihtiyaç kalmamıştır.

  4) İslâm dini, kendinden önce Allah tarafından gönderilen peygamberleri ve ilâhi kitapları tasdik eder.

  5) İslâm dini, önceki peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır. Çünkü onlar, belirli milletlere sınırlı zamanlar için gönderilmişti. Halbuki İslâm dini, bütün milletlere gönderilen ve kıyamete kadar değişmeden devam edecek olan din’dir.

  İSLÂM’I EVRENSEL YAPAN ÖZELLİKLER

  İslâm dini’ni evrensel yapan birçok özellikler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  1. İslâm Bütün İnsanlığa Gönderilen Son Din’dir:
  İslâm, bütün insanlığa gönderilen ve kıyamete kadar devam edecek olan son ilahî din’dir. Nitekim; Peygamberimiz, İslâm dini’ni dünya milletlerine tebliğ etmek maksadıyla o dönemdeki ülkelerin devlet başkanlarına mektuplar göndererek onları İslâm dini’ni kabul etmeye çağırmıştır.

  2. İslâm Akıl ve İlim Dini’dir:
  İslâm dini, akla büyük önem vermiş, mükellef olmak için akıllı olmayı şart koşmuştur. Bilgiye de üstün bir değer veren dinimiz, daima okumayı ve öğrenmeyi emretmiş, bilgi öğrenmenin her müslümana farz olduğunu bildirmiştir.

  3. İslâm Hem Dünya Hem de Ahiret Dini’dir:
  İslâm dini’nin amacı; insanın hem dünya hayatında hem de sonsuz olan ahiret hayatında mutlu olmasıdır. Dinimiz, dünya durdukça insanların her çağda mutlu olmasını ve yükselmesini sağlayan, hem fertlerin hem de toplumun ihtiyaçlarına cevap veren prensipler koymuş, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermiştir.

  4. İslâm Kolaylık Dini’dir:
  İslâm dini’nde güçlük yoktur. Kolaylık vardır. Dinimizin emirleri bizi olgunlaştırmak ve daha yüksek bir hayata hazırlamak içindir. İbadetlerin yapılmasında gücümüz dikkate alınarak dinimiz bir çok kolaylıklar göstermiştir:
  Mesela; Yolcular dört rek’atli farz namazları iki rek’ât kılar. Namazı ayakta kılamayan oturarak kılabilir. Ramazan’da oruç tutmaya gücü yetmeyen hastalar iyileşince tutar, iyileşme ümidi olmayan hastalarla, oruç tutamayacak durumda olan yaşlılar ise tutamadıkları oruç yerine fidye verirler, insanın gücü ve ihtiyaçları dikkate alınarak zorunlu hallerde dinimizin getirdiği daha pek çok kolaylıklar vardır. Bu sebeple İslâmın hükümleri her zaman ve her yerde uygulanabilir özelliklere sahiptir.

  5. İslâm’da Aşırılık Yoktur:
  İslâmın hükümleri akla ve insanın yaradılışına (fıtratına) en uygun hükümlerdir. Bizim görevimiz ise bunlara uymaktır.
  Yapılması emredilmediği halde, din adına aşırı giderek kendine eziyet etmek, helâl olan dünya nimetlerinden uzaklaşıp sıkıntılı bir hayat sürmek İslâm dininde yoktur.

  6. İslâm Barış ve Sevgi Dinidir:
  İslâmın bir gayesi de; insan sevgisini, insan haklarına saygıyı kalplere yerleştirerek toplumda devamlı bir huzur ve barış sağlamaktır. Dinimiz bu amaçla birçok kurallar koymuş, birbirimizi sevmeyi, başkasının hakkına saygılı olmayı, gerçek mü’min olmanın şartı saymıştır.

 

Posted in İSLAM | Etiketler: | Leave a Comment »