HAK ve BATIL

Mehmet Selim POLAT

  • Site Yonetimi

  • FOTOĞRAFLAR

  • Aylara Göre ARA

    Nisan 2010
    P S Ç P C C P
     1234
    567891011
    12131415161718
    19202122232425
    2627282930  
  • KİTAP ve SÜNNET

    • 6.674 Kere Aranmış
  • Terk Edilen İslâm

    İslam Dini Neden Terk Edildi?....
    Resmi Tıkla...

  • HAKKIMDA:

    Din,Vatan Devlet,Millet,Bayrak Bütünlüğü Huzur getirir.Dinin olmadığı devletler çöker,devletin olmadığı yerde çetelik ve zulüm olur.Milletin olmadığı yerde vatanda olmaz.Bayrak o milleti dünya literetöründe tanıtır,o halkı temsil eder.

  • En fazla oylananlar

İSLAMDA UMUMİ KAİDELER

Posted by MEHMET SELİM POLAT 29 Nisan 2010

UMÛMİ KAİDELER 

Haram olan şeylerin ve davranışların hepsine birden şâmil olan, hepsi için ayrı ayrı geçerli bulunan kaideler vardır; bunlar aşağıdaki maddelerde toplanabilir:
1 — Yasaklanmamış her şey mubah ve helâldir:
«Eşyada aslolan ibâhadır» şeklinde ifade edilen bu kaideye göre her hangi bir şey veya menfaati yasaklayan sahih nas bulunmaz veya bulunur da delâleti kafi olmazsa haram hükmü de bahis mevzuu olamaz. İslâm bilginleri bu kaideyi şu âyet ve hadislerden çıkarmışlardır:

«Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O’dur.» (el-Bakara: 2/29).
«Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir.» (el-Casiye: 45/13).
«Allah’ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size ihsan ettiğini görmez misiniz?» (Lukman: 31/20).

Selman el-Fârisî’den rivayet olunduğuna göre Resulullah (s.a.v.)’den, yağ, peynir ve yabani eşek etinin hükmü sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: «Helâl, Allah’ın kitabında helâl kıldığı, haram da Allah’ın kitabında haram kıldığıdır; hakkında birşey söylemedikleri ise sizin için affedip serbest bıraktıklarıdır. (Tirmizî, K. el-Libâs, 6; İbn Mâce, K. el-Et’ime, 60; Buhâri, K. et-Tefsîr, 99; Müslim, K. ez-Zekât, 24.).

Ve şöyle buyurmuştur: «Allah bazı şeyleri farz kılmıştır; bunları kaçırmayın, bazı sınırlar koymuştur; bunları da aşmayın, bazı şeyleri haram kılmıştır, bunları işlemeyin, unutmaktan değil, size olan rahmetinden dolayı bazı şeyler hakkında da birşey buyurmamıştır; bunları da soruşturmayın (Dârakutnî rivayet etmiş Nevevi de hasen olduğunu bildirmiştir.).

Bu âyet ve hadisler her şeyin insanlar için yaratılmış, onların istifadelerine sunulmuş olduğunu, haram, ve yasak olan şeylerin istisnai olduğunu ve bunların da hikmetleri, hususî sebepleri bulunduğunu, hakkında nass bulunmayan veya aynı illeti taşımayan şeylerin haram olmadığını ifade etmektedir. Câbir (r.a.)’ın şu ifadesi de bu kaideyi teyid etmektedir: «Kur’an-ı Kerim nazil olurken biz azil yapardık (çocuk olmasın diye korunurduk), eğer yasaklanacak birşey olsaydı Kur’an onu yasaklardı.» (Buhâri, K. en-Nikâh, 96; Müslim, K. et-Talâk, 26.).

Hakkında nass olmayan her şey ve hareketin mubah oluşu ibadetlere şâmil değildir. Bu kaideye dayanılarak, her mükellef, kendi uydurduğu ve istediği şekilde Allah’a ibadet edemez; çünkü Allah Teâlâ’ya nasıl ibâdet edileceği, O’nun hoşnutluğunun nasıl kazanılacağı akıl vâsıtasıyle bilinemez; bu mevzuda ilâhi beyana ihtiyaç vardır; şu halde «Allah’a ve yalnız Allah’a O’nun öğrettiği şekilde ibâdet edilebilir.»

2 — Helâl ve haram kılan yalnız Allah’tır:
Sıfat ve mevkileri ne olursa olsun hiçbir kulun haram ve helâl kılma selâhiyeti yoktur; bu selâhiyet yalnızca Allah Teâlâ’ya mahsustur. Peygamberlerin bu mevzûdaki ifadeleri Allah’ın iradesini ve hükmünü kullarına bildirmek ve açıklamaktan ibarettir.

İslâma girmeden önce hıristiyan olan Adiy b. Hatim Peygamberimiz’e (s.a.v.) gelmiş. O’nun «Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Nesîh’i rab bildiler…» (et-Tevbe: 9/31) mealindeki ayeti okuduğunu işitince: «Ya Rasûlellah! Onlar bunlara ibadet etmediler» demiş, Rasul-i Ekrem de şu cevabı vermiştir: «Evet, dediğin doğrudur; ancak bunlar onlara helâli haram kılmış, haramı da helâl kılmışlar, onlar da bunları uygulamışlardır; işte onların bunlara ibadeti bundan ibarettir.» (Tirmizi. Tefsiru-sûret, 9, 10).

Bu ayetin tefsirinde Resulullah’ın şöyle buyurduğu da rivayet edilmiştir: «Bunlar onlara ibadet etmediler; fakat onlar bunlara bir şeyi helâl kıldıklarında bunu helâl, haram kıldıklarını da ise haram biliyorlardı.»
Bir başka âyetin meali şöyledir: «Diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye «şu haram, bu helâldir» demeyin, zira Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz…» (en-Nahl: 16/116).

Bu sebepledir ki selef âlimleri, hakkında kesin nass bulunmayan şeyler için «haram demekten kaçınır, «mekruh, sevimsiz, hoş değil…» gibi ifadeler kullanmayı tercih ederlerdi. (eş-Şâfii. el-Umm. C. VII, s. 320; H. Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, Ank. 1975. s. 92.).

3 — Harama muhtaç etmeyecek kadar helâl vardır:
İslâm, insanların ruh ve bedenleri için faydalı olan, ihtiyaç duyulan hiçbir şeyi haram kılmamıştır, haram kıldıkları ya sırf zarar, yahut da —alkollü içkiler gibi— zararı faydasından çok olan şeylerdir. (el-Kakara: 2/219.) Allah Teâlâ dileseydi insanların muhtaç olduğu bazı şeyleri de haram kılabilirdi. Çünki mülk yalnızca O’nundur; kulun Rabb’ine itiraz hakkı olamaz. Anca O, rahmetinin bir eseri olarak zararlı olanı haram kılmış ve onun yerini tutan, ona muhtaç etmeyen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılmıştır.

Bu cümleden olarak:
Ok çekip fal bakmayı haram kılmış, bunun yerine istihare duasını koymuştur.
Faizi yasaklamış, bunun yerine kazanç getiren ticâreti koymuştur.
Erkeklere ipeği haram kılmış, bunun yerine keten, yün ve pamuk nevinden elbiseler vermiştir.
Pis ve zararlı yiyecek ve içecekleri haram kılmış, bunların yerini sayısız temiz, leziz ve faydalı yiyecek ve içeceklerle doldurmuştur…

4 — Harama götüren herşey haramdır.
Kötü ve zararlı birşeyi önlemenin en makul ve kesin yolu, sebepleri ortadan kaldırmak, vâsıtaları yok etmektir. İşte İslâmın haram mevzuunda tuttuğu yol da budur. Meselâ zinayı haram kılmıştır. Maksat zina suçunun meydana gelmesi ve suçlunun hanım işlediği için ceza görmesi değil, suçun işlenmemesidir. Bunun için de yalnız ceza kâfi değildir; suça iten sebeplere inmek gerekir. Bundan dolayı İslâmda bir taraftan evlenme kolay, boşanma mümkün kılınmış, diğer yandan aşırı açıklık, saçıklık, başbaşa bulunma, müstehcen, tahrik edici resim ve müzik, gereksiz beraberlik… yasaklanmış, haram kılınmıştır.

5 — Haram konusunda hile de haramdır.
Bir yolunu bularak, kitabına uydurarak veya ismini değiştirerek haramı işlemek, sorumluluğu kaldırmaz; aksine bu yollar ve çareler de haramdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): «Ümmetimden bir gurup başka bir isim koyarak şarabı helâl sayacaktır.» (Buhârî. K. el-Eşribe, 6; Ebû-Dâvûd, K. el-Eşribe, 6.) buyruğu ile buna işaret etmiştir. Müstehcen gösteri, eser ve hareketlere «san’at», faize «sermaye kârı» demek bunları helâl kılmaz.

6 — İyi niyet haramı meşru kılmaz:
İslâm’da niyete büyük önem ve değer verilmiş, «ameller ancak niyetlerle değerlenir» (Buhârî. K. Bed’i’l-Vahy, l, el-İman, 41; Müslim, K. el-İmârah, 155.) buyurulmuştur. İbâdetlerin makbul ve muteber olması niyete bağlı bulunduğu gibi, alelade ve tabii işlerin ibâdet sayılması da niyetle mümkün olmaktadır. Helâl yoldan rızık kazanmak niyetiyle çalışmak, harama karşı nefsi dizginlemek maksadiyle eşi ile birleşmek —bu niyetler sebebiyle— ibâdet sayılmaktadır. (Niyet hadisi hakkında, Ayni ve Askalâni şerhlerindeki açıklamalar.) Bütün bunların yanında İslâmın bir prensibi daha vardır: «Vâsıtalar da gaye gibi meşru olacaktır.» Maksada ulaşmak için her vâsıtayı caiz gören makyevelist görüşü İslâm kabul etmemiştir. Bunun tabii neticesi: iyi niyetle güzel bir netice elde etmek için de olsa haram işlemenin caiz olmamasıdır. Cami yapmak, hayır müessesesi vücuda getirmek için kumar oynamak, hırsızlık ve faizcilik yapmak… tecviz edilmemiştir.

Peygamberimiz :
«Allah iyi ve temizdir; ancak temizi (helâli) kabul eder, Allah Peygamberlerine emrettiğini müminlere de emretmiştir. Ve «Ey Peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyiniz ve iyi işler yapınız; şüphesiz ben ne yaptığınızı bilmekteyim.» (el-Mü’minûn: 51) buyurduğu gibi, «Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimden helâl ve temiz olanları yiyiniz.» (el-Bakara: 2/172) de buyurmuştur…» dedikten sonra «aylarca yolculuk yapan, saçı-başı dağınık, toz-toprak içinde ellerini semaya kaldırıp: «Ya Rab! Ya Rab!» diyen, halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram olan, haram ile gıdalanmış bulunan adamın (hacı adayının) durumunu dile getirerek: «Bunun duası nasıl kabul olunacak?» diyen Peygamberimiz (s.a.v.) bu ifadeleriyle yukarıdaki prensibe ışık tutmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned; el-Münzirî, et-Tergib ve’t-Terhib, el-Kesb bölümünün başı.).

«Haramdan mal kazanmış hiçbir kul yoktur ki bununla yaptığı tasadduk kabul edilsin ve nafaka harcamalarına bereket verilsin! Geride bıraktığı da yalnızca cehenneme yolculuğunda ona azık olur. Şüphesiz Allah Teâlâ kötüyü kötü ile silmez, aksine kötüyü iyi ile siler; nitekim pis de pis olanı temizleyemez.» hadisi de aynı hükmü teyid etmektedir. (Aynı eserler, aynı yer.)

7 — Haram şüphesinden kaçınmak:
İslâmın haram ve helâl kıldığı şeyler apaçık ortadadır. Haram ile helâl arasında bir de şüpheli sâha vardır. Ya nassların sübut ve delâlet cihetinden değerlendirilmesi, yahut da bir nassın bir şeye veya vakıaya uygulanması sırasında insanların zihinlerinde bazı şüpheli noktalar kalabilir. Takva, kişinin bu durumlarda şüpheliden uzak durmasını ve ihtiyata riâyet eylemesini gerektirir. Aşağıdaki hadis bu mevzuda bir düstûr mahiyetindedir.
«Helâl apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bunların arasında, halktan birçoğunun, helâl mi, haramı mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak için bunları yapmıyan selâmettedir. Bunlardan bazısını yapan kimse ise haram işlemeye çok yaklaşmış olur; nitekim korunun etrafında (hayvanlarını) otlatan kimse de koruya dalma tehlikesi ile burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir korusu vardır; Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. (Buhârî, K. el-Büyû’, 2; Müslim, K. el-Müsâkat, 107; Tirmizî, K. el-Büyû’, 1. Buradaki rivayet şekli Tirmizi’den alınmıştır.)

8 — Zaruretler haramı mubah kılar:
Haram dairesini oldukça dar tutan İslâm, hayatın beklenmeyen, tabii ve devamlı olmayan olayları, sıkıntıları ve icbarları karşısında bu çerçevenin de zorlanabileceğini nazar-ı itibâre almıştır. Kullarına daima kolaylık gösteren Mevlâ, başı darda kalan, başka çare bulamayan müslümana, ölçüyü kaçırmamak üzere haramı yeme ve işleme ruhsatı vermiştir.

Boğazlanmadan ölmüş hayvan, kan, domuz gibi haram yiyecekleri zikrettikçe dört surede tekrarlanan «…istek göstermeksizin ve ölçüyü kaçırmaksızın başı darda kalan kimse üzerine günah yoktur; şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir.» âyeti (el-Bakâra: 2/173; el-Mâide: 5/3; el-En’âm: 6/145; en-Nahl: 16/115.) bu esası vazetmektedir. («İslâm hukukunda Zaruret Hail» isimli bir makalade bu mevzu etraflı bir şekilde incelenmiştir. Bak. H. Karaman, İslâmın ışığında Günün Mes’eleleri, İst. 1978, s.)

9 — Haram, İslâm Ülkesi dışında da haramdır:
Bazı muamele ve şeylerde haram-helâl hükmünün, İslâm ülkesi ile alâkası bulunup bulunmadığı, faiz, kumar gibi bazı fâsid muamele ve yasak fiillerin, İslâm ülkesi dışında caiz olup olmadığı üzerinde durulmuştur.
Bu konuda sıhhatli bir hükme varabilmek için öncelikle şu soruların cevaplandırılması gerekecektir:
a) İslâm ülkesi neresidir?
b) İslâm ülkesi hangi hallerde harb ve küfür ülkesine dönüşür.
c) Harb ve küfür ülkesinde faiz ve kumar gibi şeyler müslümanlar arasında mı, yoksa müslüman ile kâfir arasında mı caizdir?
Fazla teferruata girmeden bu sorulara cevap vererek neticeye varmaya çalışalım:
a) Daha önce «İslâm ülkesi» olmamış, öteden beri müslüman olmayan milletlerin hâkim olageldikleri bir ülkenin, yahut da İslâm ülkesi vasfını aldıktan sonra bu vasfı kaybetmiş bulunan bir ülkenin İslâm ülkesine dönüşebilmesi için iki kriter üzerinde durulmuştur: Bazı İslâm hukukçularına göre «idare ve hâkimiyet» müslümanların eline geçecektir; diğerlerine göre ise ülkede «İslâmî düzen» hâkim olacaktır.
b) Bir kere İslâm ülkesi vasfını kazanmış bulunan bir ülkenin bu vasfını kaybetmesi için getirilen kriterler —yeniden kazanmaya göre— farklıdır. Bilhassa Moğol istilâsından sonra İslâm hukuk âlimleri bu mesele üzerine eğilmişlerdir. Vardıkları neticeyi, hanefi ulemâsından Muhammed b. Muhammed el-Bezzâz el-Kerderî (v. 827/1424) nin el-Fetâvâ el-Bezzâziyye’sinden özetleyerek nakledelim (Bulak, 1310, C. VI, s. 310-312):

«Bugün kâfirlerin elinde olan (eski İslâm) ülkeler şüphesiz İslâm ülkeleridir… Kâfir idarecilerin idaresi altında bulunan memleketlerde cuma ve bayram namazlarını kılmak caizdir… Kabul edilmiştir ki illetin (hükmün dayanağı olan vasfın) bir parçası kaldıkça ona dayalı olan hüküm de kalır. Bu ülkelerin Moğol istilâsından önce İslâm ülkeleri olduğuna ihtilafsız olarak hükmetmiştik. Onların hâkim olmalarından sonra da ezan, cuma ve cemâatle namazın açıkça yapılması, şer’in (İslâmın) gerektirdiği şekilde fetva vermek, hükmetmek ve öğretim yapmak, onların idarecilerinin itirazı olmadan yaygın bir şekilde yürütülmektedir. Bu ülkelere harb ülkesi (dâru’l-harb) demenin mesnedi ve delili yoktur. Halvânî (r.h.) şöyle demiştir. İslâm ülkesi ancak küfür ahkâmının yürütülmesi, İslâmın hiçbir hükmü ile hükm edilmemesi, yerin harb ülkesine bitişik olması, orada hiçbir müslüman ve zimminin —iman etmek veya zimmî olmayı kabullenmekle elde ettikleri ilk can, mal, namus…— güvenliğine sahip olamaması halinde harb ülkesine dönüşür. Bu şartların hepsi birden bulunursa dâru’l-harb olur. Delil ve şartlar birbirine karşı gelir, çelişirse, ihtiyaten İslâm yönü ağır basar; yani İslâm ülkesi olarak kabul edilir…

c) Bir ülkenin İslâm ülkesi olmadığına, harb ve küfür ülkesi vasfını taşıdığına kesin olarak hükmedilirse orada yaşayan müslümanların iman, ibâdet ve ahlâk hayatlarında, haram-helâl açısından bir değişiklik olmaz; bunlar ile İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar arasında —bu bakımlardan— bir fark yoktur. Harb ülkesinde işlenen suçların şer’i cezalarının aynı yerde verilip verilmeyeceği ihtilaflıdır. Bizim konumuz olan muamele ve eşyada haram-helâle gelince :
İmam Ebû-Hanife ve Muhammed’e göre kâfirin malı, küfür ülkesinde (dâru’l-harbde) dokunulmaz (ma’sûm) bulunmadığından faizli alış-veriş caizdir. Onlara göre bu bir akit değil, mubah olan bir mala, sahibi olan kâfirin rızası ile ve aradaki ahde riâyetsizlik etmeden el koymaktır. Şu halde o ülke kanunlarının izin verdiği ve anlaşmalara aykırı olmayan bu gibi muameleler caizdir.

Ebû-Yûsüf, Mâlik, Şâfi’i ve Ahmed b. Hanbel’e göre bu da caiz değildir. Müslüman dâru’l-harbde de olsa kâfir ile faizli alış-veriş yapamaz. (H. Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, s. 274 vd.; İbn Âbldln, ag. esr.. C. IV, s. 195.)
Harb ve küfür ülkesinde bulunan iki müslümanın karşılıklı olarak faizli alış-veriş yapmaları ve diğer fâsid (gayr-i meşru) muameleleri, bütün müctehidlere göre haramdır, caiz değildir. (el-Kasanî. Bedâyi’, C. V, s. 192 (son satır).)

Bu kaideye pratik bir örnek vermek gerekirse şöyle diyebiliriz: Müslümanların Türkiye’de faiz yemeleri İslama göre caiz değildir; çünkü bu ülkeye kesin olarak dâru’l-harb denemeyeceğini yukarıda naklettiğimiz ifadeler göstermektedir. Müslümanlar Almanya ve benzeri ülkelerde de faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da hissesi vardır; bankalarda müslümanların da paraları vardır, faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. Mevduat sahiplerinin bu faizleri ne yapacakları bu kitabın son bölümünde açıklanmıştır. Kâfirlerin istilâsı altında bulunan İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanların yapmaları gereken husus, bu ülkeleri dâru’l-harb sayarak faiz yemek değil, yeniden müslümanların hâkimiyetini sağlamak için çaba göstermektir.

Yorum bırakın